Yalın Tan Mimarlık | “İşinizdeki saygınlık, cebinizdeki paradan çok daha ağır ve lüks”
Bu hafta İç Mimar Yalın Tan ile birlikte mesleğe atılma macerasından günümüzdeki iç mimar algısına kadar birçok konuya değindiğimiz uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bize biraz kendinizden ve YALIN TAN+ PARTNERS şirketinizin kuruluşundan bahseder misiniz?
Y.T. : 1992 senesinde Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümünden mezun oldum. 9 ay kadar kısa bir çalışma hayatından sonra kendi ofisimi açma çabam çok kısa sürdü. Çok uzun süre bu sevdadan dolayı başımı taşlara vursam da, bugün dönüp geriye baktığımda çok eğlenceli ve komik bir süreç olarak değerlendiriyorum. Okuldan yeni mezun olmuş birinin kısa bir tecrübeyle hemen bu sevdaya atılması tabi biraz cahil cesareti oluyor:). Fakat belki biraz şansın yaver gitmesiyle, biraz da zaman içerisinde edindiğiniz çevrenin de desteklemesiyle bir şekilde yolunuz bir yerlerde açılmaya başlıyor. İlk ortaklık deneyimim yaklaşık 5 sene kadar sürdü, sonrasında 14 sene kadar süren bir ortaklık deneyimim oldu. İki denemeden sonra en doğru ortaklık sistemini bulduğumu düşünerek, 2014 senesinde YALIN TAN + PARTNERS adı altında, daha önce de bizde takım arkadaşı olarak çalışan 3 ekip arkadaşımı bu şirketin ortağı olarak bu sisteme dahil ettim. Onların bakış açıları, desteği ve kâğıt üzerindeki ortaklıklarıyla birlikte daha geniş perspektifte bakan, daha ileriye dönük ve ekibi de bu işin bir parçası yapan bir ortaklık yapısı oluşturduk. Ortaklarım; M. Yasin Altındal, İpek Çakmak ve Leyal Kurtuluş. İş hayatında çalışmanın ötesinde kendi kimliğini ve şirketi de sahiplenen kişilere bu tip ortamların içerisinde daha farklı perspektifte bakılması gerektiğini hep savunurdum. O yüzden böyle bir adım attık. Mesela Yasin Altındal’ın bizde ilk stajer olarak işe başlayan bir arkadaşımızdı. Sonrasında proje mimarı oldu ve şimdi de ortaklarımızdan biri :).
İç mimarlık mesleğini seçmenizde ki etkenler nelerdir? Hiç başka bir meslek düşünceniz oldu mu?
Y.T. : İç mimar bir babanın oğluyum. O yüzden çocukluğumdan itibaren etrafımda sürekli bir şeyler yapılır, düzeltilir ve tasarlanırdı. Böyle bir ortamda büyüdüğüm için yaratmak, üretmek ve çizmekle alakalı algım çok yüksek oldu. Yaşadığınız evlerde sürekli bir tadilatın olması, bir süre sonra gürültü patırtının ötesinde neler oluyor ilginizi yükseğe ister istemez çıkartıyor. Arkadaşlarım babalarıyla gezmeye giderken biz babamla şantiyeden şantiyeye giderdik. Yaşla da orantılı olarak, kum tepesi varsa kumla oynayıp ama bir yandan da oradaki ustalarla haşır neşir olarak büyüdüm. Böyle bir ortamdan beslenmemenize imkân yok. Ama yine de üniversite öncesi aklımda farklı 2 meslekte vardı. Dişçi doktoru ya da estetik cerrahı olabilirim diyordum. İşin özüne baktığımızda; hatayı düzeltmeye, iyiyi daha iyi yapmaya ve insanları mutlu etmeye yönelik duygusallığı gerektiren işler bunlar.
“Dışarıdakilerden biri olmak için değil, dışarıdan bakabilenlerdenseniz bu mesleği seçin! Yaratıcı olmak baş belası olmayı gerektirir. Lütfen olun!” diyorsunuz. Bunu sözünüzü biraz açabilir misiniz?
Y.T. : Konferans için üniversitelere gittiğimizde gençler için söylediğim bir tavsiyedir. Bu mesleği yapmak isteyen binlerce öğrenci var ya da bu işe gönül veren dışarıdan da çok fazla kişi var. Kısacası artık her şeyden hem de çok fazla var. Dolayısıyla artık sadece bu mesleği seçmiş olmak sizi özel kılmıyor. Özel olabilmek için bir farklılık yaratmanız gerekiyor. Ve bu farklılığa diğer insanlardan farklı bir perspektifte bakabiliyorsanız, gerçekten çıkıntı köşeli olabiliyorsanız belirli noktalarda insanların dikkatini çekmeye başlıyorsunuz. Farklı olmayı sadece tasarımsal anlamda ele almayın lütfen, hayata bakış açısıyla da çok alakalı. Bir hocamız “Hiçbir şey olamazsanız tostçu olursunuz. Tostunuzu sekizgen satarsınız” derdi. Üniversite de sanki sadece tasarım yönünde bir eğitim veriliyor gibi gözükebilir ama aslında sadece tasarım değil vizyon da katıyor size. Dolayısıyla dışardan bakabiliyor olmak, ayrışabiliyor olmak çok önemli. Ayşıl Yavuz hocamız ”Tasarım aristokrasi gibi, mavi kan gibi bir şeydir” derdi. İnsanın kanında olması gerekir ve herkes kendindeki vasıfları görerek ayrışabilmeli.
Ofisinizin ismi ve ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz?
Y.T. : Bir önceki ortaklığımda da şimdi de daha cesur bir adım olduğunu düşündüğümüzden dolayı şirket ismi koyarken kendi isimlerimizi koymayı tercih ettik. Aslında isminizi bir marka yapma çabası gibi gözükse de, beraberinde büyükte bir risk taşıyor bu durum. Çünkü şirkete mal olmuş bir hata, piyasadaki herhangi bir eksi puan aslında direk sizin isminize yansıyor ve sizinle anılması konuyu daha riskli kılıyor. Yine de kendi isminizle bir şeyleri geliştiriyor olmak daha sağlıklı geliyor bana. Zaten isminiz marka olmaya, piyasada anılmaya başlayınca, şirkete verdiğiniz isminiz sizin kendi isminizi önüne geçmeye başlıyor. Mesela bir firmaya gidiyorum. “Yalın Tan’dan geldiler” diye beni söylüyorlar : ). Benden farklı bir ‘Yalın Tan’ var ortada ve doğal olarak beni aşan, benden farklı yaşayan bir unsur haline geliyor. Modern ve çağdaş algısı yüksek olan ve beraberinde işin gerektirdiği unsurları servis vermeye çalışan bir şirketiz. Çok farklı işler yapıyoruz perakende, ofis, konut gibi. Verdiğimiz servisler farklı olsa da günün sonunda hepsinde ortak olan hedefimiz doğru briefi alarak çağdaş yorumlarla modern algıyı vurgulayabileceğimiz doğru tasarımları gerçekleştirebilmek oluyor. Biz doğru zamanda, doğru brief ve bütçeyle birlikte doğru geri dönüşler sağlanırsa mutlaka ortaya iyi bir proje çıkacağına inanıyoruz. Ayrıca tasarladığınız projenin hayata birebir geçiyor olması da çok mühim. 3 boyutlu sunumlarımızda müşteriye fotorealistik bir şey sunuyorsak, aynısını hayata geçirebilecek bir ekibe sahip olmanın da çok önemli olduğunu savunuyoruz ve proje bitimindeki geri dönüşlerde bunu sağlayabildiğimizi görmek bizi son derece mutlu ediyor.
Global birçok marka ve kuruma proje, danışmanlık ve uygulama hizmetleri sunan, sistemi oturmuş bir firmasınız. Size bir iş/proje geldiğinde dikkate aldığınız belli kriterleriniz var mı?
Y.T. : Bizim karşı tarafa doğru servisler verebileceğimiz uygun bir platform var mı, zamanlarımız ve bütçelerimiz birbirine uyuşuyor mu diye bakıyoruz mutlaka. Doğru servis veremeyeceğimiz kişi ya da doğru ticaret ve komünikasyon kuramayacağımız kişiyle ilişkiyi mümkün olduğunca başında kesmeyi tercih ediyoruz. Çünkü başlangıç evresinde bunu kesmezseniz, ilerleyen noktalarda koparmak durumunda kalıyorsunuz ve piyasada kendi adınıza ya da o firma adına gereksiz bir durum yaratmış oluyorsunuz.
Bir projeye başladığınızda nasıl bir süreç izliyorsunuz?
Y.T. : Bizim için de müşteri için de çok önemli olduğunu düşündüğümüz öncelikli başlangıç noktamız doğru brief alabilmek. Doğru brief verilmediği takdirde, doğru bir geri dönüş kesinlikle sağlayamazsınız. Ben karakterleri, hayatlarını, yaptıkları işleri, bir markaysa bahsettiğimiz; onun tarzını, kimliğini, ürettiklerini, hedeflerini vs. anlayamazsam onlar için bir dünya yaratamam. Doğru bir kurgu yapabilmeniz için bu çok önemli bir unsur. Bu yüzden o brief i alana kadar biz önce müşterilerimizi çalıştırıyoruz. Sonrasında bir yandan konsept proje hazırlanıyor, biryanda da müşteriler için belirli formatlarda hazırladığımız soru-cevap anketlerimizi yapıyoruz. Anket doğrultusunda bazı müşterilerimize workshoplar da yapıyoruz. Konsept aşamasında 3 boyutlu fotorealistik görseller ve projeler hazırlanıyor. Orda bütün detayları görüyorlar. Ardından müşterilere sunum yapıyoruz. Sunumdan sonra bütçe oluşturuyoruz. Bütçe onaylandıktan sonra uygulama projeleri ve uygulama safhası başlıyor.
Müşteriler için fix bir anket uygulamanız mı var yoksa her projeye özel mi hazırlıyorsunuz?
Y.T. : Belirli meslek gruplarına göre belirli formatlarımız var ama o formatı bize gelen brief doğrultusunda mutlaka beslememiz gerekiyor. Bu bütün meslek grupları ve projeler için yaptığımız bir uygulama. Misal bir konut yapıyorsak, ev sahibinin kaç pantolonunun olduğu bile bizim için çok önemli. Ne kadar detaya inersek, onların sorunlarına, ihtiyaçlarına çok daha doğru cevaplar verebiliriz ve ortaya iyi bir proje çıkartabiliriz diye düşünüyoruz.
Türkiye’deki genel müşteri profilini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne istediğini bilerek gelen müşteri oranı çoğunlukta mı?
Y.T. : Açıkçası iş gruplarına göre değişiyor. Ne istediğini çok net bilen ekipler de var özellikle ofis projelerinde ve büyük markalarda görüyoruz bunu. Fakat daha orta seviye ve onun altındaki kategorilerde çok net bir tarife sahip olmayabiliyorlar. Sadece mağazayı tuttuk 3 hafta sonra açmamız lazım diye gelebiliyorlar size : ). Konut projelerini ele alacak olursak; ya çok farkındalığı yüksek müşterilerimiz var veyahut sadece kendi yaşantısı içerisinde aile fertlerini tanımlayan bir vizyonda bizlere geliyorlar. Bu durumlarda, doğru briefleri alana kadar onları konuşturup psikolojilerini, isteklerini, beğenilerini analiz edip projeyi o yönde ilerletmeye çalışıyoruz.
Yani müşterinin ne istediği konusunda farkındalığını artırarak yönlendiriyorsunuz. Bir nevi eğitim veriyorsunuz diyebilir miyiz?
Y.T. : Eğitim belki çok kalın harflerle bir kelime oluyor ama mutlaka bir şeyler katmaya çalışıyoruz diyebiliriz. Zaten bunun, bu tarz yaratıcı meslek sahiplerinin görevlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Sadece ofiste çalıştırdığınız kişiye değil, ulaşabiliyorsanız sokaktaki insana ve beraberinde hizmet verdiğiniz müşterilerinize de bir şeyler katıyor olmanız lazım. Katmadığınız takdirde; biz isteklerimizi bir hap olarak verdik ve yuttular gibi oluyor. Aslında bu tek taraflı bir katkıda olmuyor. Proje süresince müşteriyle fikir alışverişleri yaptığımız tartışmalarımız oluyor. Günün sonunda herkes bir şekilde doğru yolu buluyor. Buradan biz de çok şey öğreniyoruz.
Günümüzde tasarım sürecinin tamamen teknolojiyle bütünleştiğine dair bir algı var. Şablonların kullanıldığı bir dönemin içinde büyümüş biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu? Ofisinizde el çizimlerine yer veriyor musunuz?
Y.T. : Ben tam iki arada kalmış jenerasyondanım, rapidoyla eğitime başlayıp, ucundan da bilgisayar eğitimi alan. Bu konuda da son derece şanslı bir jenerasyon olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü bir yandan teknolojiyi kontrol edebiliyoruz, bir yandan da manuel hayatında ne olduğunu birebir görmüş kişileriz. Teknoloji çok büyük bir el hamallığını ortadan kaldırdı bu yönüyle yadsınamaz bir unsur. Eskiden bir pafta çizmek için aydıngerin üzerinden rapidoyla tekrar çizerdiniz, çizdiğiniz şeyi jiletle kazırdınız vs vs. Fakat bugün üniversitelere baktığımızda, öğrencilerin bilgisayarla düşünme yöntemiyle bir şeyler tasarlamaya ve form oluşturmaya başladığını görüyoruz. Ben bu nokta da elinizin hareketiyle bir şeyler çıkarıyor olma hikâyesinin çok daha kıymetli olduğunu ve çok daha farklı geri dönüşler sağladığı kanısındayım. Dolayısıyla her ikisinin de yeteneğine sahip olmak ve geliştirmek sizi ayrıştıracak unsurlardan olacaktır. Ben bütün anlatmak istediklerimi el ile anlattığım için, insanlarda benim karşıma oturduğu zaman doğal olarak bir şeyleri elle anlatma gayesiyle bu yetilerini ister istemez geliştiriyorlar.
Sizce İç Mimarlık mesleği günümüzde gerekli ilgiyi görebiliyor mu?
Y.T. : Enterasan bir anım var bu konuyla ilgili onu paylaşayım sizinle. Babama zamanında ofisini yaptırmış bir psikoloğun oğluyla tesadüfen tanıştım. Sohbet esnasında “ Babam zamanında içmimara proje verdiği zaman ya sen deli misin durduk yere kazıklanacaksın, ne gerek vardı kendin yapsaydın yaa diye dalga geçmişlerdi bizimle” dedi. Şimdi o dönemlerle kıyasladığımız zaman çok daha iyi bir yerdeyiz. En azından ‘iç mimar’ ın ne olduğu olgusu çok daha fazla yerleşmiş vaziyette. Hala iç mi dış mı diye sorular sorulsa da : ) toplumun çoğunun bilip vakıf olduğu, ihtiyaç duyduğu ya da duyabileceğini düşündüğü bir sektör artık. Bu yönden çok daha şanslıyız diye düşünüyorum. Tabi o dönemde ofisini, evini bir iç mimara yaptıran kişinin de çok vizyoner bir bakış açısına sahip olduğu kesin. Vizyoner bir insan olup, vizyoner biriyle oturup çalışmanın keyfinin gerçekten paha biçilmez olduğuna inanıyorum ve bugün baktığımızda bu keyfe biz hangi oranda sahibiz ondan da çok emin değilim.
Yalın Tan deyince akıllara keyifle anlattığınız “İstinye Ev Projesi” geliyor. Bu projenin sizde özel bir yere sahip olmasını neye bağlıyorsunuz?
Y.T. : Çalışmaktan son derece keyif aldığım ve müşteri kazanırken aslında dost kazandığım projelerden biridir benim için. Toplantıya geldiklerinde ellerinde yaklaşık 3’er cm kalınlığında 2 tane resim defteriyle geldiler. Eşi “Biz dersimizi çalışıp geldik. Sol elime koyduğum sevdiğim dünyalar, sağ elime koyduğum sevmediğim dünyalar var” dedi. Hani dedik ya vizyoner bir müşteriyle çalışmak çok keyifli diye, ben bundan çok etkilendim ve çok keyifli bir ev yapacağımıza emindim. Öyle de oldu. Yaklaşık 2.5 sene süren bir sürecin sonunda bu proje biterse biz nasıl görüşeceğiz endişesine kapıldığımız bir çifte ev yaptım. Karşınızdaki insanın sizin işinize olan saygısı ve sizinle birlikte bu projeyi çözme arzusu sizi çok motive ediyor. O projeye daha fazla zaman harcama, daha iyi bir şey yapabilir miyim arzusu yaratıyor. Dolayısıyla iş bizim için çok keyifli bir workshop haline geldi. Üstelik proje biteli çok uzun zaman olmasına rağmen hala günün herhangi bir saatinde arayıp “Ne güzel bir ev yaptın, şuan oturup tadını çıkartıyoruz. Çok teşekkür ederiz” diye arıyorlar beni. Benim için parayla karşılaştıramayacağım bir kıymeti, değeri var bu ve bunun gibi müşterilerimin.
Sizi en iyi temsil ettiğini düşündüğünüz projeniz hangisidir?
Y.T. : Yaptığımız bütün projelerimiz bizim için çok kıymetli elbette. Özellikle şuan üstünde çalıştığımız bir iş merkezi projemiz var ve bizi çok yansıtan bir proje olacak. Fakat temsil eden dediğiniz için, güncel bir projeyi söylemektense geçmişi olan projelerimizi söylemeyi tercih ederim sanırım. Çünkü bir projeyi yapıyor olmak veya çok yakın zamanda bitiriyor olmak değil, yaptıktan sonra hala ondan geri dönüş aldığımız ve hala üzerimizde etkileri olan projeler bizi temsil eden projelerdir diye düşünüyorum. Bu açıdan az önce bahsettiğimiz İstinye Ev projesini ve Mohini Çocuk Yaşam Merkezi projesini söyleyebilirim. İkiz oğullarım yaklaşık 3-4 yaşlarındayken Mohini projesini yaptık. İnsanın çocukları olduktan sonra böyle bir yaşam merkezine bir şey tasarlıyor olmak hem tecrübeli kılıyor hem de insanın ufkunu çok daha farklı şekilde açıyor. Bu proje de bunu çok keyifli bir şekilde deneyimlediğimiz bir proje olmuştu.
Sürdürülebilirlikle ilgili ne düşünüyorsunuz? Gerçekleştirdiğiniz projelerde bu konuya ne kadar ilgi gösteriyorsunuz ?
Y.O. : Aslında hem duygusallığı olan hem de gözle görülür ciddi ve somut etkilerini yadsıyamayacağımız hassasiyetle yaklaşmamız gereken bir konu bu. Dünya kaynakları ciddi tehlikede ve biz tasarımcılara bu konuda farkındalık yaratmak için çok daha fazla görev düştüğü kanaatindeyim. Çevre sorunlarına dikkat çekmeli, yapılabileceklerin önemini aktarmalı ve bunları hayata geçirmek için yeteri kadar inançlı olmamız ve toplum bilincini yaratmamız gerekiyor. Biz projelerimiz de mümkün olduğunca bu bilinçle hareket etmeye çalışıyoruz. Lokal malzemeler seçmeye çalışıyoruz. Yatırım maliyetleri ilk başta yüksek olsa da, müşterimize Led aydınlatmanın öneminden bahsediyoruz. Fotoselli armatürler kullanıyoruz. Camların geri dönüştürülmesiyle üretilmiş kumaşın güzelliğinden bahsediyoruz. Bisiklet parkları yaratıp teşvik edici olmaya çalışıyoruz vs. Hiçbir şey yapamadığımız projelerimiz de en azından gün ışığını maksimumda kullanmaya gayret gösteriyoruz. Tabii bizlerin yönlendirmesi kadar, müşterilerimizin de bu konuya inancı ve özverisinin olması etkili oluyor bu süreçte. Biliyorsunuz sürdürülebilir tasarım büyük projelerde ileri vadeli düşünüldüğünde avantajlı ve ekonomik sonuç verse de proje bütçesini o sırada oldukça yukarı çıkartabiliyor. Genellikle ofis projelerimizde global müşterilerimiz bu bilinçte oluyorlar. Leed Sertifikalı çıkardığımız projelerimiz oluyor.