Emel Seçen: “Mimarlık çerçeve ise iç mimarlık içini dolduran gerçek resimdir”
İçmimar Volkan Kıvanç Şatana: Merhaba Emel Hanım öncelikle davetimizi kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim. Sizinle röportaj yapmadan önce hakkınızda ufak çaplı bir araştırma yapmak için bilgisayarın başına geçtiğimde güzel ve bir o kadar zorluklarla dolu ama bu zorluklar karşısında yılmayan bir portresi çizdiniz.
1.Hayatınızın ve mesleki kariyerinizde kırılma noktaları nelerdir?
Hayat götürüyor gibi gelsede aslında hep armağanlarla geldiğine inanıyorum. Neye,nasıl baktığınızla alakalı belkide. Aslında var oluşumda gizli olan bahçenin kapısını aralayan rahmetli babacığımdır. Şiir, edebiyat ve hayat ile tanışma noktam. İnsanın bir bakışta röntgenini çekebilen bir yaradılışı vardı. Elinden geldiğince doğruyu, dürüstlüğü ve adaleti ön planda tutarak, yaşamımıza öncü ve örnek olmuştur. Memur kızı olduğum için çok istediğim halde ekonomik nedenlerle, şehir dışında istediğim fakülteyi okuyabilme şansım olmadı. İşte o zaman boşuna vakit kaybetmeyeyim ve çalışmaya başlayayım dedim. O gün bugündür, sabahları erken kalkar işe koyulurum. İş bulamazsam yola koyulurum. Şiire soyunurum ve yeni öykülere. Hayatım boyunca kimseye yük olmayı istememişimdir. Belki de kendimi tamamen teslim edebileceğim biri ile karşılamadığım içindir. Benim gözümde, kadın & erkek fark etmez, herkes ayakları üzerinde dimdik durabilmeli. İşte o karardan sonra çok ciddi büyük firmalarda üst düzey yetkililer ile çalıştım. Tanışmadığım ve tanımadığım ortam hemen hemen yok gibi. Bunların size getirisi kadar, iş dünyasının o gerçek yüzünüde çok ciddi yaşıyor, deneyimliyorsunuz. Kırılma noktası, iş dünyasında uzun yıllar emek verdiğim iş yerinin iflası ve bitişi ile başlar. İyi ki bunlar olmuşta doğru yolu bulmuşum. Yoksa hala masa başında, işini layıkı ile yapmaya çalışan ve kafasında, yüreğinde yüzlerce şiiri, dizeyi, öyküyü, senaryoyu geçiren Emel olmayacaktı.
2.Öğrencilik döneminizden bu yana sosyal sorumluluk projelerinde yer aldığınızı biliyoruz.Bundan ve bu dönemin hayatınıza kattıklarından bahseder misiniz?
Öğrencilik, evet en küçük öğrenciliğimi yaklaşık üç yaşlarında Kars ilimizde deneyimlemiştim. Babamın görevi nedeni ile bulunduğumuz bu ilimizde, sınıra çok yakın bir evimiz vardı ve evimizin kapısını açtığımda, hep karşımızda bize garip ve tuhaf baktıklarını anımsadığım köy çocuklarının gözleri var.. Soğuktan üst üste giydirilmiş, burunlarından akan sümükleri yüzlerinde donmuş güzel yürekler. Annemin anımsatışı ile birgün anılarım canladığında, fark etmiştim daha o yaşlarda şimdilerde sosyal sorumluluk olarak adlandıran “paylaşma” duygusunun güzelliğini. O arkadaşlarımı sıraya sokuyor ve annemden durmadan “acıktım” diye istediğim ekmek arası peynir, domates.. Allah ne verdiyse bölüp bölüp yedirmeyi. Dahası var yine rahmetli dedeciğimizin, ablam ile bana gönderdiği tek kişilik salıncağı sokağa kurdurup, ablamla onları bindirdiğimizi dün gibi anımsıyorum. Tabii organizasyon bana ait. Sırayla hepsini bindiriyordum. Esasında sonradan hiçbirşey olmuyor. Herşey, içinde ne var ise onun açılımı sadece.
Sevgi insanı olduğum için, paylaşmak benim için dünyanın en büyük hazzı. Dolayısı ile yıllar önce mezun olduğum Türkiye’nin ilk Türk Okulunun tadilatı sırasında, eski sıraları bir çırpıda maddi durumu yeterli bir mezunumuzun desteği ile Diyarbakır ilimize sevkini sağlamak, oradaki ilkokul öğrencilerinin mektuplarında mutluluğu yudumlamak paha piçilemez bir değerdir. Yine mezun arkadaşlarımı toparlamak adına Kastamonu da ulaştığım Eğitim Fakültesinde Müzik Eğitmeni olmuş lise arkadaşımın, ilkokul öğretmeni eşi ile ondokuz kişilik birleştirilmiş bir sınıfta, toplasan 30 m2 bir alan içerisinde, ortada bir soba kitapsız, kütüphanesiniz onların yüreklerinde; sarı saçlı, elinde değneği bir melek olarak adlandırılmak, benim için cennet ötesidir.
Düşünsenize bir öğrenci okuma bayramında birinci olup, öğretmeninden kitap kazanıyor ve o kitabı bana adresime gönderiyor. Yüreklerinin büyüklüğünü yazmaya kelimeler yetmez.
Hepsinin ötesinde KASDER Kas Hastalıkları Derneği, merkezi İstanbul Yeşilköy de bulunan özellikle Doğu da erkek çocukları üzerinde görülen Duschen Hastalığı ve tümüne hizmet veren bir dernekte gönüllüyüm. Onların organizasyonlarında ki sunumları yapıyorum elimden geldiğince..
Hayvan Severler, Doğa severler anlayacağınız insanlık adına ne varsa ben varım.
Bana kattıkları ne derseniz. Kocaman bir “sevgi”. Bunu ne bir bir mevki ile ne bir maddi bedel ile kazanamazsınız. Çok şükür hayatımda, Yaradanın bana vermiş olduğu lütuflar sayesinde hep aynı çizgide oldum ve olacağım.
Engelliler derneğinde; şükretmeyi ve zamanı iyi kullanmayı tecrübe ediyorsunuz. Bir tekerlekli sandalye ile yürümenin sabrı, hiçde azımsanacak bir iş değil. Ramazan ayında iftar yemeğimizde folklor ekibi “ Çökertme” sergiledi. İnanılmaz bir görüntüydü.
Tabii en önemlisi “kendin olabilmek” bu da önce kendini keşfetmekle başlar. Başkalarının ne yaptığı ve ne sergilediği değil aslolan “ sizin kim olduğunuz, ne yapmak istediğiniz ve ne yapabildiğiniz”. Faydalı oldugunuz noktada varsınız ve hayatı harmanlar, yaşarsınız. Yoksa hepsi gölgeli yaşamdır.
Oysa günebakanlar gibi açmak lazım..
3.Yazarlıga veya şöyle dersem sanırım daha uygun olur edebiyatı hayatınıza katmaya ne zaman karar verdınız? Son kitabınız olan Meşki Nar da bize aktarmak istediğiniz nedir?
Edebiyatı hayatıma katmaya karar vermedim, o benle hep vardı. Dediğim gibi o bahçeyi babam ile araladım. Sadece “izm” lerin hayatımıza kattıkları ile rüzgar farklı esiyordu. Ben yelkenimi rüzgara çevirdim. Okyanustayız şu an.
Meşk-i Nar, roman olarak ilk kitabım. Aslında edebiyat dünyasında ikinci kitabım. İlk kitabım şiir olarak “Kırk Yaşıma Armağan”dır.
Meşk-i Nar da kaybettiğimiz ana değerler üzerinden; biraz kendimizi sorgulama, aradığımız aşkı, sevdayı inceleme diyelim. Malum günümüzde aşk cep telefonlarda kısa mesajlarda, facebook gibi sosyal paylaşım ağlarında an.lık bile değil. Türkiye gibi etkin bir coğrafya da, tüm geleneklerimiz, adetlerimiz ve güzelliklerimiz nerelere gitti ? Hepsine biraz değinmek istedim. En çok da aradığımız gerçek aşk, sevda ve sevgi varmı dır?
4.Değişik programlar sunuculuk deneyimlerinizde olduğunuzu biliyoruz.Hayatınıza bundan sonra sunuculuk mu yazarlık mı yoksa eski göz ağrınız tekstil mi olacak bununla ilgili şuan için bir planınız var mı?
Evet, ilkokuldan itibaren o mikrofon elimde sanırım. İlk göz ağrım diye bir şey yok. O zamanlar alınan bir karar üzerine yönelinen bir durum sadece. Ben sadece geçmişten ders çıkarmak için geriye bakarım. İşim gelecek ve bugünle. Bunun için kendimi bulduğum noktadayım. Sunuculuk, yazarlık bir plan dahilinde değil zaten tüm bu yaşadıklarımın tecrübesi bana bir kapı açıyor. O kadar zenginlediğimin farkındayım ki, artık sadece bunu paylaşacağım.
Edebiyat da bende özel bir yer teşkil ettiği için; ifade etmek istiyorum. Ben “ KENDİ ÇAĞINDA VE KENDİ ÇAPINDA BİR ŞEYLER KARALAMAYA ÇALIŞAN BİR YAZARIM”.
Ve sanat adına; yapmak istediğim için sunuculuk, programcılık, edebiyat olan güzel hayallerim var.
Diyorum ya çok zenginim.
5.Son kitabınızın arka kapağında İstanbul’a dair bazı resimler var.Sanırım İstanbul’u çok seviyorsunuz. İstanbul’a olan sevginizin sanatsal üretkenliğiniz üzerinde olumlu bir etkisi olduğuna inanıyor musunuz?
İstanbul aşığıyım. Her zaman ifade etmiş olduğum gibi; bir kişi İstanbul’u severse İstanbul’da onu sever ancak sevmez ise İstanbul’da sevmez. İstanbul şehirden öte yaşayan bir değer. Büyük imparatorlukların göz bebeği iken elbet de benimde canım. Beni seviyor, bende onu. Mutluyuz anlayacağınız..
6.Yaşamınızda keşkeleriniz var mı? Yani edebiyata daha önce yönelip bu alanda hayata atılsaydım gibi….
Keşke diye bir kelime bilmiyorum. Herşey olması gerektiği zamanda olur. Zaten sizde var olan ne ise onun olmasına, doğmasına hiçbirşey engel olamaz. Olmayan birşeyinde var olamayacağı gibi..Yağız at şahlandımı tutabilir misiniz?
7. İç Mimarlık mesleği hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle mesleğimizin sorumluluk alanına müdahale eden kişilerin hakkında bir şeyler dile getirmek ister misiniz?
İç mimarlık, benim için hep özel bir meslek. Saygı duyduğum. Her meslek grubu emek verdiği için önemlidir. Ancak bazıları benim için farklı; doktor(cerrah), bilim adamı, astronot, öğretmen, avukat, müzisyen, maden ocaklarında çalışan emekçiler,çiftçi, mimarlar ve iç mimarlar.. Eğer mimarlık bir altın çerçeve ise iç mimarlık onun içini dolduran gerçek resim, tablo ve renkler bütünü…Derin bir hassasiyet, öngörü, görsellik, tarih ve doku bilgisi, coğrafya, engin kültür, sanatın tüm kollarını bilmek, zevk, incelik ve bunu o şablona layıkı ile oturtabilecek bir bütünlük, akıl ve vizyon gerekir.
Sorumluluk alanına her ne olursa, ehil olmayan kişilerin yaptığı eylemleri cahillik olarak nitelendiriyorum. İlla bir şey söylemek için söylemde bulunulmamalı. Ağzımızdan çıkan söylemler, eylemler önce gerçeklik ve anlam içermeli. Birde ileriye dönük projelerde yatırım gerçekleştirmek durumunda olan iç mimarların işi zor. Bireyler önce beyinlerinde özgür oldukları müddetçe ilerleyebilirler. Bugün Firenze’de de, Paris’de asırlara hükmeden Barok, Neoklasik, yapıları Da Vince ‘nin veya Rafel’ in heykellerini ibretle ve zevkle izleyebiliyoruz. Ancak gelin görün ki bizde heykeller yıkılıyor. Asırlık köşkler, konaklar hurdaya dönene tabiri caizse ölene kadar bekletilmesine ve yakılıp yıkılmasına göz yumuluyor. Bu gün Pera’nın sokaklarından geçerken kafamızı kaldırsak, eşsiz mimari işleyişlerinin kalan döküntülerini bulabilmek mümkün .Fakat görmüyor “izm”ler dünyasında post etiketiyle geliştiğimizi sanıyoruz. Aslında tarihi katlediyoruz.. Derin mevzular, ben teşekkür ediyorum. MEŞK – İ NAR ve beni konuk ettiğiniz için.
Merhaba
Sanatçıya gösterdiğiniz değer için teşekkürlerimi sunarım. Ve röportajı gerçekleştirdiğimiz V.Kıvanç Şatana’ya da hayat yolculuğunda başarılar dilerim…