Cumhurbaşkanlığı Sarayı nasıl tasarlanmalıydı?
Geçenki yazımda Cumhurbaşkanlığı Sarayı için eleştirilerimi dile getirmiştim.
Maalesef siyaset anlayışımızdan pek uzakta olan yapıcı eleştiri ile (geç de olsa) cumhurbaşkanlığı sarayının nasıl olması gerektiği üzerine şahsi fikrimi beyan edeceğim. Malum; proje sır gibi saklandığı için daha önceden bir eleştiri getirmek mümkün olmadı.
Evvelce dediğim gibi; Cumhurbaşkanlığı Sarayını hiç özgün bulmadığım gibi, etkileyici bir tasarıma da sahip olduğunu düşünmüyorum.
Geçenlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde Chicago’daki bir eğitim akademisinin mimarisini inceliyorduk. Tesadüf ya işte; neredeyse “Cumhurbaşkanlığı Sarayını acaba bu akademiden mi esinlendiler” diye sormadan edemedim…
İşte o akademi:
Her ne kadar buradan esindikleri konusunda latife etsem de kendi kültürümüze ait emarelerin neredeyse hiçbirini üzerinde barındırmayan Cumhurbaşkanlığı Sarayını bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzüntü ile karşılıyorum. Hakeza Saray hakkında “AŞIRI” övgü gösterenlerin de ciddi derecede “YAĞCI” olduğunu düşünüyorum. Bu kaba tarif için beni affedin fakat herkesin “sıradan” bulduğu mevcut yapının birileri tarafından bu denli aşırı övgüsünün altında yatanın ya hiç medeniyet, kültür bilgisine sahip olmayışının ya da aşırı dozda yağcılık yattığını düşündüğümü üzülerek ifade etmeliyim. (Saraya övgü yağdıranların kendi evleri sarayla rahatça mukayese edebilecek durumda)
Şimdi gelelim Cumhurbaşkanlığı Sarayının nasıl tasarlanması gerektiği hususuna…
Elbetteki birçok mimar meslektaşımızın kendi göreceleri, kendi önerileri ve kafalarında kurguladıkları farklı tasarım önerileri mevcuttur. Fakat burada 1000 yıllık tarihe sahip bir kültürü, geleneği kendi perspektifimden değerlendirmek istiyorum.
Şimdi öncelikle şunu analiz etmek gerekiyor; yapı ne için yapıldı? Amacı nedir?
Bu sorunun en kısa ve net cevabı: ülkenin gücünü sembolize eden heybetli bir yapıyı ortaya koymaktı. Ayrıca bu yapının bir ihtiyaç olduğu defalarca dile getirildi. (Ki bu doğru)
Peki ama heybetten pek uzak olan mevcut Cumhurbaşkanlığı Sarayını gerçek manada heybetli, etkileyici bir mimari yapıya dönüştürmek nasıl mümkün olabilirdi?
Madem ki yüzlerce yıllık tarihimiz üzerinden ülkemizin büyüklüğünü ortaya koyacağız; yapacağımız tasarımda sadece geçmişimizi değil, gelecek hedeflerimizi sembolize eden mimari bir farklılığın da ortaya koyulması gerekiyordu. Zira 2023, 2071 gibi hedefleri olan bir ülkeyiz. Bu hedefleri de içerisinde barındıran geçmiş ile geleceği bağdaştıran bir mimari anlayışa sahip bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı olmasını isterdim.
Bunu da şöyle yapmayı planlardım:
İşe, Sarayı çeşitli mimari yapılara bölerek başlardım. Sarayın ana kapısından girildikten sonra karşılama yapısının ilk Türk uygarlıklarına ait bir mimari tasarım izlerdi. Böylece kökümüzün nereden geldiğini ifade eden ve geçmişimizin izlerini üzerinde barındıran etkileyici bir mimari, yıllardır ayakta istikrarlı duruşumuzun sembolü olurdu.
Yapının orta alanından bir arkadaki yapıya geciş holü oluştururdum. Burada ise Osmanlı İmparatorluğunun emmarelerini üzerinde taşıyan zamanının süper gücüne yakışan ikinci yeni bir mimari anlayışa sahip bir mimari görsel betimlerdim. Zira Türk ulusunun ilk kuruluşundan Osmanlı zamanına kadar kat ettiği yol, kabile hayatından zamanın süper gücü haline gelen bir ulusun gücünü ortaya koymak boynumuzun borcudur. Bu tasarım anlayışı da sürekli büyüyen bir ulus olduğumuzun sembolü olurdu.
Yapının üçüncü bölümünde ise mevcut zamanımızın neoklasik yapıya sahip, kökünden beslenen ve zamanın şartlarına uyum sağladığını ve sağlayacağını ifade eden, yeniden var oluşun sembolü olan bir mimari anlayışı betimlerdim. Böylece yapı her zaman var olduğumuzun ve ilelebet var olma niyetimizin bir göstergesi olurdu.
Son yapıda ise ülkemizin yenilikçi (inovatif), gelecek hedeflerini ortaya koyan, bu zamana kadar görülmemiş bir mimari formu ortaya koymayı hedef edinirdim. Öyle ki; ilk kuruluşumuzdan bu yana geldiğimiz ve gideceğimiz yolun haritasını çizmiş olurdum. Bu yapı aynı zamanda sürekli var olma hedefimizin de bir sembolü niteliğini taşırdı. Böylece yenilikçi, zamanın ötesine geçmeyi arzu eden, dünyaya yenilik katan ve teknolojisini dışarıdan alan değil, dünyaya dağıtan, teknolojiye önderlik eden bir ülke olacağımız gayesini taşıyan bir mimari anlayış oluştururdum. Bu da gelecek hedef ve ideallerimizin büyüklüğünü, devasallığını ve sürekli büyüyen, geleceğin süper gücü olma amacımızın sembolü olurdu.
Devlet erkanının tüm davetlileri saraya geldiklerinde, yapılar arasında geçişte; hem geçmişten bugüne 1000 yıllık tarihimize tanıklık eder, hem asırlardır büyük badirelere rağmen hala istikrarlı bir şekilde var oluşumuzu ibretle izler, hem de gelecekte de var olup süper güç olma hedef ve iddiamızın tanığı olma imkanını elde ederlerdi
Yapılar arasındaki bu geçiş ve tanıklık aynı zamanda davetlinin kafasındaki düşüncelerin dağılmasına, bizim söyleyeceklerimizi daha iyi idrak edebilme yetisinin açılmasını sağlardı. Aynı zamanda da davetlilerin zihninde yapının ve tarihin heybetinin izlerinin oluşmasını sağlamış olurduk.
Böylece Cumhurbaşkanlığı Sarayını ziyaret edenlerin Türkiye hakkında “hayranlık” duygusunu tetiklemiş olurduk. Eminim bu hayranlık aynı zamanda siyasi açıdan saygınlığı da fazlasıyla artırırdı. (Heybet, kişiler üzerinde siyasi ilişkilerin yol haritasını çizmek için önemli bir unsurdur.)
Yenilikçi bu mimari anlayış, tarihte eşi benzeri olmayan yenilikçi bir akımı da ortaya koyardı. Zira bu zamana kadar böyle bir mimari anlayış formu ortaya koyulmuş değil. Eğer bunu biz yapsaydık, hem bir İLKİ gerçekleştirmiş olurduk, hem de dünya tarihine mimari anlayış açısından eşi benzeri gözükmemiş büyük bir NOT düşmüş olurduk…
Eşref Zeki PARLAK
Y. İçmimar
il******@es*************.com
(Sizler de önerilerinizi yorumda paylaşabilirsiniz. Hatta il******@ic***************.com‘a e-posta göndererek görüşlerinizin yayınlanmasını sağlayabilirsiniz.)