Space Architects | “Tasarım aslında bir pazarlama enstrümanıdır”
Bu hafta Kaan Çetinkaya ile fark yaratan tasarımları ve altında yatan tasarım stratejileri üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Space Architects & Designers ofisinin kuruluş hikâyesini paylaşır mısınız bizimle?
K.Ç. : 1997 senesinde kuruldu. 1998 senesinde birtakım lüks İtalyan markaların özellikle montajı kolay olan mutfak, giyinme odası, banyo ve kayar kapı sistemleri gibi sabit mobilyalarının distribütörlüğünü yaparak başladık. Bunların yanı sıra iç mimari proje işleri de yapıyorduk tabi. Hatta Gül Gültaş ile birlikte yerli ürünlerle kendi tasarımlarımız olan banyolar imal etmeye başladık. Zamanla mimari ve iç mimari işlerimiz hızlı bir şekilde gelişince, tasarım ve komple taahhüt işlerine ağırlık vermeye başladık. Dolayısıyla tek başına ürün tasarımı ve ürün satma işinden çıktık. Ağırlıklı olarak konut ve otel projeleri yapan bir ofis haline geldik. Şuan hem mimari ve iç mimari; hem proje yönetimi hem de taahhüt konularında hizmet sunuyoruz. Han Mimarlık Tasarım bizim ticari resmi ismimizdir. Space ise bizim tescilli markamızdır.
Bize eğitim ve işe başlayış sürecinizden biraz bahseder misiniz?
K.Ç. : 1992 senesinde Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı bölümünden mezun oldum. Burs alarak Mimari Tasarım ve Pazarlama üzerine master yaptım. Yine Bilkent Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi üzerine bir tez hazırladım. Dolayısıyla hem mimari hem de iç mimari ile iç içe bir eğitim almış oldum. Mimari Tasarım ve Pazarlama üzerine master yaparken MBA’den de işletme ve marketing dersleri aldım. Master bittikten sonra muhtelif mimarlarla yaklaşık 1,5 sene freelance çalıştım. Bunlardan biri Reşit Soley’dir. Sonrasında kendi işimi kurdum.
Başlangıçta çok kısa zamanda ve az tecrübeyle kendi işinizi kurmanın avantajları ve dezavantajları neler oldu?
K.Ç. : Normalde tecrübesiz olduğunuz için tamamen mimariye ve iç mimariye yönelik bir ofis olarak bu kadar kısa zamanda bir yer açmanın avantajı değil mutlaka dezavantajı olur. Fakat biz ilk etapta daha çok İtalyanların buradaki temsilcisi olarak çalıştığımız için pek fazla hata yapma şansımız olmuyordu. Onların ürünlerini buraya adapte ediyorduk. Zamanla da edindiğimiz tecrübeyle dezavantajları avantaja çevirmeyi başardık.
Mimarlık eğitimi almadan önce veya sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?
K.Ç. : Her zaman tasarımla ilgili, hayal ettiğimi üretebildiğim bir işi yapmak isterdim. Şuanda bunu en rahat gerçekleştirebileceğim bir mesleğe sahibim. Kimi zaman 10 milyonlarca dolarlık bir yatırımın tasarımını ve hayalini kuruyorum ve bu yatırım gerçeğe dönüşüyor. Kimi zaman 300 – 500 bin dolarlık bir restoranın ya da bir cafe nin hayalini kuruyorum ve gerçeğe dönüşüyor. Bu bizim mesleğin en tatmin edici tarafı.
Kendi kişiliğiniz ile mesleğinizin oldukça bağdaştığını da söylüyorsunuz..
K.Ç. : Evet. Benim hayat görüşümle yaptığım iş birbirine çok oturuyor. Bütün yaptığım işlerde düşündüğüm şeyler, kurgularım, merakım ve arayışlarım benim hayatımın bir parçası. Kendi bakış açımı etkileyen görüşler aynı zamanda tasarımımı da etkiliyor.
Ofis felsefeniz hakkında ne söylemek istersiniz?
K.Ç. : Bizim felsefemiz “Design is Marketing” anlayışına dayanıyor. Benim master konularımla da çok ilgili olduğu için bu şekilde hareket ediyoruz. Benim stilim budur şeklinde bir tavır sergilemiyoruz özellikle ticari projelerde. Bunlar genelde otel, restoran olduğu için, biz sanki bir reklam ajansı gibi çalışıyoruz. Ve bur da biz hedef kitle – yatırım ilişkisini ve bu yatırımın geri dönüşü en hızlı ve en başarılı nasıl olur onu tespit etmeye çalışıyoruz. Tasarım da pazarlama araçlarının en önemlilerinden bir tanesidir. O yüzden de yaptığımız hangi projeye bakarsanız bakın bambaşka temalara sahiptir. Çünkü hepsinin bitmesi gereken bütçe ve hedeflediği müşteri kitlesi birbirinden farklıdır. Biz bunları gözeterek birbirinden farklı tasarımlar ortaya koyan bir ofisiz. Kısaca; tamamen hedef kitleye ve yatırımın başarısına dayalı bir tasarımı hayata geçirmeye çalışıyoruz. Ayrıca yaptığımız işlerinin her birinin dünya da bir söz söylemesi ve tasarım olarak bir yenilik ortaya koyması gerektiğini düşünüyoruz.
Ekibinizde kaç kişi yer almaktadır? Bir projeye başladığınızda ekibinizle iş bölümünü nasıl yapıyorsunuz?
K.Ç. : Proje dönemlerine göre çok çabuk genişleyip küçülebilen bir yapımız var. Çekirdek ekip olarak yaklaşık 16 ekip arkadaşımızla birlikte çalışıyoruz. Bunlar mimari, iç mimari ve uygulama diye ayırdığımız 3 ayrı ana departma da görev alıyorlar. Bunların yanı sıra proje bazında beraber çalıştığımız birçok ofis ve mimarlar var. Daha büyük çaplı projelerde, çekirdek ekipten 2 kişinin yönettiği 7-8 kişilik gruplara kadar çıkabiliyor potansiyelimiz. Çalıştığımız ekipte yalnızca mimar ve iç mimarlar mevcut ama neredeyse 10 yıldır beraber çalıştığımız mekanik danışmanımız ve elektrikle ilgili danışmanlarımız var. Onlar da artık Space Architects & Designers bünyesinde sayılırlar. Bir proje geldiğinde nasıl bir konsept geliştirmemiz gerektiğini oturup beraber tartışıyoruz. Müşteriden gerekli verileri alıyoruz. Hatta bazen piyasa araştırması yapmaya yönlendirdiğimiz bile oluyor müşteriyi. Konsepte karar verdikten sonra bir müşteri temsilcisi ekibi kuruyoruz aramızda ve sonraki tasarım ve uygulama süreci bu ekiple birlikte devam ediyor.
Günümüzde tasarım sürecinin tamamen bilgisayar ile bütünleştiği fikrine katılıyor musunuz? Ofisiniz de el çizimini kullandığınız bir alan var mı?
K.Ç. : Biz burada ikisini de kullanıyoruz. Fakat tasarım yaparken teknoloji ne noktaya gelirse gelsin hepsinin, tamamının kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta okullarda da el çizimi konusunda ısrar etmenin çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kişi hangisini daha iyi kullanıp, hangisiyle daha iyi ifade edecekse kendini onu kullanması gerekiyor. Bu eliyle eli, bilgisayarsa bilgisayar, başka bir yazılımsa başka bir yazılım olabilir. Oyüzden önce eli olması lazım diye bir kural olduğunu düşünmüyorum.
Birçok farklı mekan tasarımlarınız var. Residence, cafe, bookshop gibi ama Kaan Çetinkaya denilince akla ilk gelen otel tasarım oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
K.Ç. : Otel tasarımı çok sevdiğimiz bir konu. Çünkü hem birbirinden farklı konseptleri koymada güçlü olduğumuzu yansıtabildiğimiz hem de birbirinden çok farklı maliyetlerde tasarımlar yapabildiğimiz iyi bildiğimiz bir konu. En güzel tarafı da; otel tasarımları aslında içinde iç mimari konusunda gündeme gelebilecek her konuyu barındırıyor, bar, lobi, genel mekân, lüks süit oda ve standart oda gibi. Bu açıdan da daha keyifli ve tatmin edici ofisler oluyor. Layığıyla yapmaya kalktığınızda oldukça komplike ve zor bir alanda. Böyle bir alan da tecrübe kazanmış bir ofis olmaktan memnunuz.
Sizce bir projeyi başarıya götüren kilit noktalar nelerdir?
K.Ç. : Özellikle ticari projeler için söylemek gerekirse, “Bu proje burada ne için yapılıyor?” sorusuna net, doğru ve tutarlı bir cevap verebiliyor olmanız gerekiyor. Çünkü bir mimarın ya da iç mimarın tasarımsal tatmini için yapılmıyor kesinlikle. Bu tasarım buraya bir hedef için yapılıyor. Bu hedefi doğru analiz edip, yatırım stratejisinin başarıya ulaşması için doğru maliyetin içerisinde bitecek doğru konsepti ortaya koymanın %100 başarı getireceğini düşünüyorum. Bunların dışında tasarımsal ve uygulamada bir takım şeylerin düzgün ve doğru yapılmasını standart olarak addettiğim için, üzerinden ayrıca konuşmuyorum bile.
Yaptığınız projelerde uluslararası ödüller alan, her projesiyle fark yaratan bir mimarsınız. Sizce Kaan Çetinkaya’nın ya da Space Architects & Designers firmasının farkı nedir
K.Ç. : Pazarlama odaklı tasarım yapabilme gücü ve birbirinden farklı tasarımlara imza atabilme gücü. Genelde belli bir stilde tasarımlar yapmaya çalışıyor belli bir seviyedeki mimarlar. Mesela Antalya’dan bir ürün getirdiğiniz zamanda aynı tip tasarım çıkıyor ortaya, Beyoğlu’na götürdüğünüz zamanda aynı tip tasarım çıkıyor. Onlar kendi tasarım stillerini ortaya koyarak mutlu oluyorlar. Biz de her projede, o projenin yatırım stratejisinin başarıya ulaşması gereken doğru konsepti ortaya koyunca mutlu oluyoruz. Her yüzeyi ele alış biçimimizin de bir üslubu var aslında ama bunu ancak çok detaylı bakan hassas ve bilinçli bir göz algılayabiliyor sadece.
Tasarımlarınızda çağdaş ve modern çözümler sunarken biryandan da hep bir geçmişine ve doğasına refere eden bir kimlik oluşturuyorsunuz sanki..
K.Ç. : Kesinlikle. Zaten onun başarıyı getirdiğine düşünüyoruz ve buna önem veriyoruz. Çünkü zaten içinde bulunduğumuz dönemde böyle bir dönem. Aslında modern ile çağdaşın arasındaki farkı bilmemiz gerekiyor. 1950’lerde tamamen geçmişle ve doğayla bağlarını koparan insanoğlu, bu dönemde kimlik krizine girdi. Ondan sonra başlayan dönemse post-modern dönemdir. Bu dönemse çağdaş teknolojiler ve yeni şeyler ile eski ve benzemez şeylerin bir arada olduğu dönemdir. Bu dönemleri bilimkurgu filmlerine bakarak da çok kolay anlayabiliriz. 1950’lerde metal bir gezegen, herkes bir örnek kıyafet giymiş uzay yolu gibi bilimkurgu filmleri çekilirken, 1980’li yıllarda Blade Runner gibi uzay gemisinin yanında eski bie yıkıntıyı gördüğümüz, adamın eski klasik bir viski bardağını kullandığı ama elinde çok teknolojik bir aletinde olduğu, benzemez şeylerin bir arada yaşadığı bilimkurgu filmlerini görüyoruz. Bu aslında şunun gösteriyor; insanoğlu köksüzlüğü kabul etmeyip “Tamam da biz nerden geldik?” sorusunu sormaya başladı. Hiçbir zaman her şey yok olup da birden yepyeni şeyler gelmeyecek. Artık insanlığın, dünyanın eski ve yeninin hep bir arada olacağı bir yöne doğru gittiği görüşü var. Postmodern düşüncenin temeli budur. Buda bizim projelerimize yansıyor. Tamamen çağdaş kullandığımız bir form ya da tasarımın tek başına son derece yavan ve sıkıcı olduğunu düşünüyoruz. Onu başka birtakım unsurlarla mutlaka lezzetlendirmeye çalışıyoruz.
Uluslararası değerli ödüller almış biri olarak global platformda Türkiye’nin durduğu yeni nasıl değerlendiriyorsunuz?
K.Ç. : Çok iyi olduğumuzu ve daha da iyiye gideceğimizi düşünüyorum. Bir kere Türkiye’de bu işi yapanlar çok şanslı. Çünkü Türkiye koca bir şantiye ve yaptıklarınızı uygulama şansı buluyorsunuz. Bugün bizim ofisimize Fransa’dan, İtalya’dan, İspanya’dan başvurular olabiliyor ve bu bizi oldukça gururlandırıyor. Şuan yapılaşmasını büyük ölçüde tamamlamış ülkelerde Türkiye’de, İstanbul’da olduğu kadar imkan yok işini yapmak için ve Türkiye’den çıkan hem mimari hem iç mimari tasarımların kalitesinin de yükselmeye başladığını düşünüyorum. Yurt dışında da zaten gördükleri ilgi ve aldıkları ödüllerle kendilerini gösteriyor bu tasarımlar. Bu konularda kendi ülkesini beğenmeyip gözü sürekli yurtdışındaki yapılarda olan kişilere kesinlikle katılmıyorum. Biz de gördüğümüz alaturka ve kötü diye bahsettiğimiz tasarımların aynıları zaten İtalya’da da, İngiltere’de de var. Bizde insanlar yurtdışında üst seviyede bir mimarın eserine bakıp, bizde de orta karar, alelade bir tasarımla onu mukayese ederek ülkemizi kötülüyorlar. Oysaki genel çerçeveye baktığımız zaman, bizde üst seviyede iyi işler yapan insanların onlardan hiçbir aşağı kalır yanı yok. Resme bu şekilde bakmak gerektiğine inanıyorum.
vet günümüzde bilgisayar destekli bir tasarımdan bahsetmek mümkündür. Ancak tasarımın kişi tarafından yapıldığını, bilgisayarın sadece işleri hızlandıran bir araç olduğunu unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
Bizimle paylaşmak üzere seçmenizi istesek bir projenizi hangisinin hikâyesini anlatmak istersiniz?
K.Ç. : Yaptığımız projeler arasında fark gözetmek mümkün değil ama size Tulip City Otel projemizden bahsedebilirim. Tulip City Otel projesi heterotopya diye bir enstalasyon lobisidir bizim gözümüzde. 1980’li yıllarda bir sanat felsefecisinin yazdığı “From Utopia To Heterotopia” kitabına dayanır bu projenin hikayesi. Modern dönemde her şeyin ütopyaya gideceği intibası oluşurken aslında postmodern dönemde benzemez şeylerin bir arada olmasını ifade eder bu kitap. Bizde bu otelin tasarımını gerçekleştirirken geçmişten ve gelecekten bir takım unsurları, eski ve contemporary şeyleri, bir arada kullanarak bunların aslında sanat felsefesindeki şuan ki pozisyonu ifade ettiğini düşündük. Lobisinde çok çağdaş bir form gelip deske dönüşürken yanında geçmişten gelen mobilyalar var. Zeminde çağdaş bir malzeme olan beton var ama içinde geçmişten gelen çiniler gömülü. Hamamın formu gelecekten ama hamamda kullanılan mermer malzemenin hafızası geçmişten. Bu gelgitleri kullanarak bu heterotopyayı yansıttığımızı düşünüyoruz.