GC Mimarlık | Tasarımlarda mekanlara yeni bir kimlik kazandırmak çok önemli!
Bu hafta GC Mimarlık kurucusu Şebnem Gürcün ile birlikte iç mimarlık ve kentsel tasarım üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bize biraz kendinizden ve GC Mimarlık ofisinin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?
Ş.G. : 2001 senesinde Bilkent Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı ve Kentsel Tasarım bölümünden mezun oldum. Daha sonra Londra’da İç Mimarlık üzerine eğitim hayatıma devam ettim ve birkaç yıl orada çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde İstanbul’da devam etmeye karar verdim. Yaklaşık 1 sene kadar İstanbul’da ağırlıklı olarak mağaza tasarımları yapan bir firmada çalıştım. Biryandan da freelance işler yapıyordum. Freelance işlere ağırlık vermek zaman içinde daha tercih ettiğim bir yön oldu. Kendi tasarımlarımı, kararlarımı aldığım işler beni daha mutlu etti ve tek başıma devam etmeye karar verdim. Zamanla projelerde büyüyünce 2006 yılında GC Mimarlık ofisini açıp iç mimar ve mimar arkadaşlardan oluşan güzel bir ekip kurdum kendime. İlk başlarda daha çok mağaza tasarımı ağırlıklı işler yapıyorduk. Roman mağazalar zinciri bu konuda çalıştığımız firmalardan biri. Sonrasında konut ve ofis projeleri de dâhil oldu. Zamanla çalıştığımız projeler ölçek ve metrekare olarak çok daha büyüdü. Butik otel projeleri ve peyzaj mimari dâhilinde kentsel tasarım projeleri yapmaya başladık. Özellikle kentsel tasarım projelerinde belediyelerle çalışmaya başladık. Sıfırdan başlayıp adım adım ve yaptığımız projelerle sağlam bir şekilde ilerlediğimizi söyleyebilirim.
İç mimarlık eğitimi almadan önce veya sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?
Ş.G. : Başka bir meslek düşüncem hiç olmadı aslında benim. Babam inşaat mühendisiydi. O yüzden aileden gelme bir kültür altyapısı vardı zaten bende. Fakat onların yönlendirmesi dışında daha çok estetik anlamda benim hep içten gelen bir isteğim vardı bu alanda. Ortaokuldan itibaren aklımdaki meslek hep buydu ve bu yönde çalışmalar yapıp kurslara gittim. Zaten ÖSS sınavına da girmeden direk yetenek sınavı ile kazanmıştım bölümümü. Bu öyle bir meslek ki gerçekten sevmezseniz istemezseniz yapamazsınız zaten.
Ofisinizin ismi ve ofis felsefeniz hakkında ne söylemek istersiniz?
Ş.G. : Benim ismim olan Şebnem Gürcün isminden geliyor şirketin ismi. Ofisi ilk kurduğum zamanlar “kişiye özel tasarım” düşüncesiyle yola çıktığım için ismimle çıkmayı tercih ettim. Ofis olarak en önem verdiğimiz şeylerin başında; zamana, teknolojiye ayak uydurabilen çağdaş tasarımlar ortaya koyma çabamız geliyor. Kullanıcı ve var ettiğiniz mekânların bir kimlik kazanması çok önemli. Kurumsal bir firma dahi olsa karşımızdakini içselleştirip, şahıslaştırarak ona özel bir kimlik kazandırmayı amaçlıyoruz her projemizde. Yalınlığı ve çağdaş tasarımları da çok seviyoruz ama yalınlığın içine de hep bir kültür katmaya çalışıyoruz. Birde hazır ürünlerle çok kişiye özel tasarımlar çıkartmanız, fark yaratmanız mümkün değil. O yüzden biz bir mekân tasarımı yaparken avizesinden mobilyasına aksesuarına kadar özel tasarım yapmayı tercih ediyoruz. Mesela zeminde kullandığımız bir mermeri bile hiçbir zaman belli standart bir ebatta kullanmam. Mutlaka özel bir desen çalışması yaparız.
Kaç kişilik bir ekibiniz var? Bir projeye başladığınızda ekibinizle nasıl bir süreç izliyorsunuz?
Ş.G. : Mimar ve iç mimar arkadaşlardan oluşan 6 kişilik bir ekiple birlikte çalışıyorum. Finansal anlamdaki işleri yürütüyor. Toplamda 8 kişilik bir aileyiz. Bunun dışında uygulama için devamlı birlikte çalıştığımız ekipler ve firmalar var. Bu aralar bu aileyi büyütmeyi de düşünüyoruz. Tasarımsal anlamda patron zihniyetinde bir işleyişimiz yok bizim. Eskiden profil biraz o yöndeymiş ofislerde ama bizde herkesin bir katkısı oluyor. İlk başta müşterinin istekleri ve mekanın konumu gibi mevzular bizim için çok önemli. Onlarla ilgili gerekli bilgilendirmeyi aldıktan sonra genel bir konsept araştırması yapıyoruz. Herkes bir araştırma yapıyor konuyla ilgili sonra fikirleri birleştirdiğimiz toplantılar yapıyoruz. Ben genelde eskiz şeklinde el çizimleriyle ön tasarımları oluşturuyorum. Daha sonra gelişip şekilleniyor proje. Teknik çizimleri, 3 boyutlu görselleri ve uygulama kısımlarını ekiple birlikte oluşturuyoruz. Mutlaka herkesin bir katkısı oluyor. Tabi proje bazında ekip içinde bir ayrışma da söz konusu. Mesela en son teslim ettiğimiz Çayırova 16 bin metrekare, uygulamasını da yürüttüğümüz bir peyzaj mimari projemiz vardı. Bu projede iç mimar arkadaşlarımız çok bulunmadı.
Tasarım da en önemli kriter veya kriterler nedir sizce?
Ş.G. : Çağdaş olması ve farklılık yaratması çok önemli bizce. Bir özellik katmak, yeni bir kimlik oluşturabilmek bence en önemli kriterlerinden. Mesela bize yeni bir ofis ya da otel projesi için gelen müşterilerimizden bazılarının kurumsal kimliği daha tam oturmamış olabiliyor. Tamamen bizim yönlendirmemizle bir kimlik oluşuyor ve tasarımları da bu kimlikten referans alarak oluşturuyoruz. Kurumsal kimliğinden tasarım kimliğine kadar bütün doneleri biz oturtuyoruz ve zaten de doğru olan bu oluyor bize göre.
Günümüzde tasarım süreci tamamen bilgisayar ile bütünleşti fikrine katılıyor musunuz? Ofisinizde El çiziminin kullanıldığı bir alan bulunmakta mıdır?
Ş.G. : Ben bu fikre çok katılmıyorum. Bence ön tasarım dediğimiz süreç; eskizlerle, karalamalarla, tamamen el aracılığıyla şekillenen, ortaya çıkan bir süreç. Bana göre teknoloji, bilgisayarda çizim ne kadar ilerlerse ilerlesin bir tasarımcı mutlaka kendi elini kullanabiliyor olmalı. Daha pratik, daha içten bir tarz oluşturduğunu düşünüyorum el hareketiyle şekillendirdiğiniz tasarımların.
Ne tür mekânları tasarlamaktan daha çok keyif alıyorsunuz?
Ş.G. : Sosyal hayatın daha çok var olabileceği mekanlar tasarlamayı daha çok tercih ediyorum sanırım. Bunun sebebi de; bu tarz mekânların daha çok kişiye hitap etmesi ve tasarımınız daha çok kişiye ulaşarak onların kullanımına sunulması. O yüzden otel, alışveriş merkezi ya da kent içinde park gibi peyzaj projelerinin tasarımı yaparken daha çok keyif alıyorum. Aslında kullanıcıya ne kadar doğru bir şekilde proje yaparsanız, kullanıcı da o kadar isteyerek, severek kullanmaya başlıyor mekanı ve bunu sağlayabildiğiniz bütün projelerden keyif alıyorsunuz.
Bu mesleği tercih eden meslektaşlarınıza ne söylemek istersiniz?
Ş.G. : Çok hızlı bir çağdayız. Tasarımla ilgili her türlü şeyi çok iyi ve hızlı bir şekilde takip etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Sadece bir mobilya, iç mimarlık gibi tek bir sektörü değil, tüm güncel olaylar dahil ederek daha geniş bir vizyondan takibe almaları gerekiyor. Çünkü bizim yaptığımız iş kültür ve gelişimi kapsıyor. Geniş bir vizyon sahibi olmak çok önemli bu meslekte. Kısıtlı bir pencereden bakarak tüm öğeleri düşünüp, birleştiremezsiniz. Ayrıca tek başına yapılacak bir iş olmadığını düşünüyorum bizim mesleğin. Her zaman bir ekiple çalıştığınızda daha profesyonel ve başarılı işler çıkartabiliyorsunuz ortaya.
Sizce İç Mimarlık mesleği günümüzde gerekli ilgiyi görebiliyor mu?
Ş.G. : Genel anlamda bakıp 5-10 yıl öncesiyle kıyasladığımızda gayet iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Bugün artık market gibi en küçük ticari işletme bile mimar ya da iç mimarla çalışmayı tercih ediyor. İç mimar ve tasarım algısının daha oturduğuna ve bu mesleği yapan kişilerin eskiye nazaran hak ettiği değeri daha çok gördüğüne inanıyorum.
Sizce ’’İş alabilmek için çevre olmadan olmaz ‘’ algısı hangi ölçüde geçerlidir?
Ş.G. : Bence bur da çevreden çok sizin imza attığınız projelerin başarısı daha önemli. Benim daha önce bir İstanbul geçmişim çevrem olmadığı için, buraya geldiğimde daha kendi başıma bir şeyleri başarma çabasına girdim ve hep de yaptığım işlerin referanslarıyla yeni iş alanları açıldı önüme. Ne kadar çevre de olsa yaptığınız iş başarılı, arkasında durulan bir iş değilse, o çevrede çok durmaz sizinle diye düşünüyorum. Tabi ki işleri kolaylaştıran bir avantaj unsurudur çevre ama olmazsa olmaz olan çevre değil projenizin, tasarımlarınızın başarısıdır ve bu size adım adım çevreyi de getirecektir zaten. Mesela Çınar Koleji projesi vasıtasıyla belediye başkanlarıyla görüşme fırsatımız oldu ve bu bağlantılar sayesinde kentsel dönüşüm projelerinde de yer almaya başladık.
Bizimle paylaşmak üzere, seçmenizi istesek en farklı projeniz veya projeleriniz nelerdir?
Ş.G. : Bir AVM binasından okula dönüş hikayesi olan Çınar Koleji Projemizden bahsedebilirim size. Çokta hızlı ilerleyen bir projeydi. Yaklaşık bir 6-7 ay içerisinde bitirip okulların açılışına yetiştirmiştik. Yetişmesi zor gibi gözüken bir süreçti belki ama ben o binayı ilk gidip gezdiğim de direk aklımda oluşmaya, şekillenmeye başlamıştı nasıl bir tasarım yapabileceğim. Çok sıkıcı, kaba inşaat olarak atıl bırakılmış, hastane mi desem avm mi desem, bir kimlik kazanamadan bırakılmış bir yapıydı. Böyle bir binayı okula çevireceğim, neler yaparım ben bur da diye çok heyecanlanmıştım. Direk dış cepheyi de değiştirelim, şöyle yapalım böyle olsun diye öneriler üretmeye başladım. En çokta cephe konusunda gerçekten uğraştım. Çünkü onlar daha standart, klasik bir pencere yapısı planlıyorlardı ama alışılmışın dışında bir pencere ve sistem uygulamasına gitmek istedik biz. O noktada 12-20 kişilik kurul toplantılarında ciddi bir ikna kabiliyeti sergiledik : ). Bu tasarım kararının burayı çok daha dinamik, farklılık ve kendine ait bir kimlik katacağına inandık ve o sıkıcılıktan çıkartarak çok daha dinamik, eğlenceli ve renkli bir dünya oluşturduk orda çocuklar için. İç mekânda da aynı şekilde de, çocukların çok daha rahat enerjilerini atabilecekleri, renkli ama masumiyetlerini de içeren bir dünya tasarlamaya çalıştık.
Kentsel dönüşüm projelerinde yer almış biri olarak, ülkemizdeki kentsel dönüşüm projelerini nasıl buluyorsunuz?
Ş.G. : Bence gerçekten ilerledikçe çok daha başarılı projelere imza atılıyor bu konuda. Yurtdışından mimarların ve yatırımcılarında dâhil olduğu geniş çaplı ekiplerle çalışılıyor. Böyle birçok kültürün bir arada oluşu da bize zenginlik katıyor diye düşünüyorum. Fakat bu tür kentsel dönüşüm faaliyetlerinde kesinlikle binaların tek tek ele alınmasının değil, bölge bölge bir bütün olarak değerlendirilmesinin doğru olduğu kanısındayım. Diğer türlü çok başarılı olamıyor. Daha bütün ve geniş bir perspektiften ele alıp uzun bir süreç olarak işlenmesi gerekiyor konunun. Mesela Galata ve Karaköy bölgelerinde yapılan kentsel dönüşüm projeleri gibi. Bu arada tarihi dokunun da bozulmaması çok önemli bence. Gerçekten tarihi olduğuna dair bir belge varsa elde, ciddi bir kültür barındırıyorsa yeni bir kimlik kazandırma derdine çok düşmemek lazım diye de düşünüyorum. Kesinlikle o yapının doğru bir şekilde korunmasından ve aslına uygun restore edilmesinden yanayım.