Talha Mimarlık | “ Mimarlık dünyada yapılabilecek en keyifli iş”
Bu haftaki “Ofis Havası” söyleşi serimizde Taha Mimarlık kurucusu Talha Haksever ile birlikte mimarlık, konut tasarımları ve tasarımların kültürümüz üzerine etkileri üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bize biraz kendinizden ve Taha Mimarlık ofisinin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?
T.H. : 1978 Konya doğumluyum. 1994 senesinde Mimar Sinan Üniversite’sinde mimarlık eğitimine başladım. Yaklaşık 8 yıl süren bir eğitim hayatım oldu :). Mimar Sinan Üniversitesi 5 yılda mezun olmanın çok kolay olmadığı bir okuldur zaten. 4-5 sene içerisinde mezun olma ihtiyacı da çok hissetmediğiniz bir okuldur. Ben 3. sınıftayken çalışmaya başlamıştım. Şantiyede çalışıyordum. İlk Turhan Kaşo Mimarlık ofisinde çalıştım yaklaşık 1 sene kadar. Sonrasında da SEBA İnşaat’a girdim. Orası benim için bir dönüm noktası oldu. 3 yıl kadar şantiyelerde çalıştım. Daha sonra merkez ofise geçtim. Merkez ofise geçtikten sonra da birebir çizdiklerimiz artık uygulanmaya başladı. Öğrenciyken yapılan projelerim vardı, o açıdan çok keyifliydi. İnşaat konusunda çok şey öğrendim. 2004 yılında askerlik için ayrıldım. Askerlik dönüşünde kafamda planlar ne yapsam diye düşünürken SEBA İnşaat’ın patronu Engin Bey aradı “Bitti mi askerlik Talha?” diye. Kendi işimi yapmak istediğimden bahsettim. “Hadi gel o zaman proje var.” dedi. Hemen başladık projeye ve Taha Mimarlığın oluşmasının en temel projesi oluştu. Proje projeyi getirdi ve 2005 yılında home ofis gibi başladığım bu serüven, 2007 Mart ayında resmi olarak kuruldu. Benim için zorluğundan çok her detayı kendim düşünerek çözüm bulmaya çalıştığım çok keyifli yıllardı bu başlangıç süreci. Yüksek lisans serüvenim de bu dönemlerde başladı. Okula çok sık gidip geliyordum zaten arkadaşlarımın çoğu akademik kadrodaydı. Onların telkiniyle Yapı Fiziği ve Malzeme kürsüsüne başvurdum. Yeşil çatıların küresel ısınmaya etkisi üzerinde araştırmalar yapıyorum şimdi.
Mimarlık eğitimi almadan önce veya sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?
T.H. : Üniversite sınavları sürecinde 16 yaşındaydım. O yaşlarda elektrik elektronik mühendisliği ya da inşaat mühendisliğiydi tercihim. Baktım kitapçıkta Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık diye bir seçenek var tercihleri doldurmak için herhalde mimarlık burada iyidir diye düşündüm ve yazdım. Fakat üniversiteye girerken tabi mimarlığın “M” sini bilmiyordum. Mimarlık nasıl bir meslek, ne iş yaparlar onu dahi bilmiyordum. Çok şükür mimarlık geldi. Bu konuda çok şanslıydım. Hep söylemişimdir bir daha dünyaya gelsem tekrar önüme seçenekler konsa yine mimarlığı tercih ederim.
Ofis felsefeniz hakkında ne söylemek istersiniz?
T.H. : Mimarlık bana göre yaşamı biçimlendirme sanatıdır. Aslında tümevarım söz konusu burada. En küçük parçadan başlıyorsunuz, en büyük parçaya ulaşıyorsunuz ve bu parçaya ulaşırken yaşamı biçimlendiriyorsunuz. Bir evin içindeki yaşamdan başlıyorsunuz; mutfağın nasıl kullanılacağına, salonun, yatak odasının, evdeki yaşamın nasıl olacağına karar veriyorsunuz. Toplumun en küçük birimi ailenin yaşamından başlıyorsunuz ve sonrasında o ailenin eve gelirken nereden ulaşacağını tasarlıyorsunuz. Sonrasında binaya nasıl ulaşacağını kurguluyorsunuz. Küçük küçük taşları bütünleştiriyorsunuz ve bir süre sonra şehirlerin yaşamını tasarlamış oluyorsunuz. Özgün ve fonksiyonel tasarımlar üretmek de bizim her daim öncelikli felsefemiz. Özgünlükten kastımız çevreyle uyumlu olması…
Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz? İş bölümünü neye göre yapıyorsunuz?
T.H. : 14 kişilik bir ofisimiz var. Tecrübeli yönetici arkadaşlarımız ve onların altında daha az tecrübeli arkadaşlarımızın olduğu usta-çırak ilişkisi üzerine işleyişi olan bir ofisimiz var. Aslında bizim ofisimizde bir projenin konsept oluşumunda bütün ekip yorumunu yapar. 1/1 ölçeğine varana kadar detaylı çizimler yapan bir ofisiz. Biraz da benim şantiye kökeninden gelmemden kaynaklanıyor. Yaptığımız şeyin nasıl yapılacağını tam eksiksiz anlatmayı seviyor ve önemsiyoruz. Zaten siz bunu yapmazsanız şantiyeler kendi içinde çözümler üretiyor ve bu hem daha pahalı bir imalata sebep oluyor hem de bambaşka bir imalat çıkıyor ortaya. Bu da sizin o özgün projenizin bozulmasına neden oluyor. Ruhsat projesini çizen ayrı, uygulama projesini çizen ayrı gibi bir gruplamamız yok bizim. Bu ofise giren bütün arkadaşlarımızın ki ekip arkadaşlarımız çok sık değişmez, her şeyi öğrenmesini önemsiyorum. Başlarında bir usta olsun ve bu ustayla birlikte onlar da çıraklıkla bir projenin bütün her şeyinde var olsunlar istiyorum. Diğer türlü mesela sadece detay çizen biri mimarlığın diğer kısımlarına çok vakıf olamaz. Halbuki mimarlık tüm bunların bir arada olduğu bir iş. Bundan dolayı bir yönetici arkadaşın ekibi, bir projeyi en başından ele alıyor ve 1/1 detayını çizesiye kadar da projeye devam edip teslim ediyoruz.
Projeyi oluştururken hangi aşamalardan geçiyorsunuz? Süreç nasıl ilerliyor?
T.H. : İşveren geldiğinde öncelikli olarak bir toplantı yapıp neler istediğini öğreniyoruz. Arazisinde ne olabileceğini inceliyoruz. Müşteri ne istediğini anlatıp, biz de kendi fikirlerimizi belirttikten sonra ortak bir paydada buluşuyoruz. Ortak paydanın akabinde konsept proje hazırlıyoruz. Nasıl bir proje yapılabileceği, şematik olarak plan, kesit ve cephelerin olduğu bir konsept proje hazırlıyoruz. Sonrasında konsepte göre daha detaylı olan avan projeler hazırlıyoruz. Akabinde ruhsat ve uygulama projelerini birlikte ilerletiyoruz.
Proje yoğunluğu çok olan bir ofissiniz. Siz bütün projelere hâkim olabiliyor musunuz?
T.H. : Mutlaka her proje 3 boyutlu olarak zihnimde mevcuttur. Ofis sahibi olmanın en zevksiz tarafı buranın aynı zamanda bir ticarethane olmasıdır. O yüzden ne yeni iş takip sürecinden ne de ödeme takip süreçlerinden hiçbir zaman keyif almadım. Dolaysıyla tasarımdan hiçbir zaman kopmadım.
Sizce iyi bir projenin nitelikleri nelerdir? Bir projeyi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar nelerdir?
H.T. : En önemli unsurlardan biri çevre. Orada beslendiğiniz bir şeyler olması gerekiyor mutlaka. Boşlukta bir proje yapmıyoruz. Çevrede sizi etkileyen faktörleri ele almalısınız. Ondan sonra kendi düşüncelerinizi içine katarak ve aldığınız brief doğrultusunda ihtiyaçları da dahil ederek ilk fikirleri oluşturmaya başlamak gerekir. Bir diğer önemli faktör kesinlikle özgünlük. Özgünlükten kastım aykırı bir şey yapmak değil hiçbir zaman. Hatta bu tarz aykırı tasarımları da genelde doğru bulmuyorum. Aslında sizin silueti tamamlamanız gerekiyor sadece. Bütünde uyumlu detaylarla farklı ve özel olmalı tasarımlarımız.
Günümüzde tasarım süreci tamamen bilgisayar ile bütünleşti fikrine katılıyor musunuz?
T.H. : Katılıyorum. Aslında elle eskiz çalışmalarını hala yapıyoruz biz ofis olarak. Biraz da okulda aldığımız eğitim tarzından gelme bir alışkanlıkla ben ilk tasarım çalışmalarımın hepsine eskiz yaparak başlarım. Fakat teknoloji bu noktada da işin içine girdi artık. Büyük grafik tabletlerimiz var ofiste ve onlar üzerinde de çok rahat ve keyifli eskizler oluşturabiliyorsunuz. Elle eskiz çalışması yapmak için eskiz kağıdı, renkli kalemler taşımak gerekirken, teknolojiyle birlikte tek bir tabletle işinizi çözebilir duruma geliyorsunuz. Çok büyük kolaylık. Dolasıyla bilgisayar tüm bu süreci ele geçiriyor.
“İş alabilmek için çevre olmadan olmaz algısına” katılıyor musunuz?
T.H. : Çevre olmadan olmaz. Özellikle başlangıçta sizin iş alabilmeniz için bir çevrenizin olması gerekiyor. Bir proje geldiğinde işveren grubu sizin o tarz bir projeyi daha önce yapıp yapmadığınızı, tecrübeniz var mı diye araştırıyor. Araştırılıyorsunuz ve çevreniz varsa ancak bu işler size gelmeye başlıyor. Diğer türlü çok kolay değil iş almak. Belli bir büyüklükten sonra tabii ki piyasada bilinmeye başladıysanız yaptığınız işlerle, artık çevreye ihtiyaç duymuyorsunuz. Bilindiğiniz için insanlar sizi zaten buluyor. Fakat o seviyeye gelene kadar özellikle başlangıç döneminde çevreniz yoksa var olma olasılığınız çok az ve zordur.
Ofis, kamu alanları, ibadethane gibi birçok farklı tipolojide projeye imza atmış olsanız da ağırlıklı olarak konut projeleri yapıyorsunuz. Tercihiniz neden ağırlıklı olarak konut projeleri?
T.H. : Çok basit bir nedeni var bunun. Türkiye’de, İstanbul’da ağırlıklı olarak konut projeleri yapılıyor. Üniversitelerde, eğitim sırasında biz hep müze, havaalanı gibi bir sürü farklı projeler yapıyoruz. Gerçi bizim okulumuzda durum böyle değildi. Bina dersimiz vardı. 2 yıl boyunca her tip konut çözümü yaptık ve bunun çok avantajını görüyorum. Hâlbuki genelde öğrenciler konut çözmeyi bilmeden havaalanı tasarlamaya çalışıyor. Ömrü boyunca havaalanı yapma ihtimali konuta göre çok çok daha düşük bir ihtimal hak verirsiniz ki. Şehirleri ağırlıklı oluşturan yapılar havaalanı değil ve konut projeleridir. Olabildiğince yan yana konut görüyorsunuz şehrin neresine baksanız. Dolayısıyla sizin önce bu işi iyi yapmanız lazım. O yüzden de ben konut projelerini çok önemsiyorum.
Bizimle paylaşmak üzere, seçmenizi istesek en farklı projeniz veya projeleriniz nelerdir?
T.H. : Atmaca Bahçeşehir projemizden bahsedebilirim size. Farklı grup ve yaşam stillerine hitap eden içinde konut tipolojisi olan bir projeydi. O bölge genelde ikiz villaların bulunduğu bir bölgedir. Fakat insanlar ikiz villa mantığını ev içindeki mahremiyet açısından çok sevmiyorlar. Biz de henüz o bölgede olmayan bir villa projesi gerçekleştirdik ve çok sevildi. 3 villayı yan yana öyle bir konumlandırdık ki müstakil yapı mantığını kaybetmedi. İnsanlar o kadar beğendi ki bu sistemi işveren de tahmininin çok üzerinde hızlı tamamladı satışları. Cephe ve plan kurgusuyla sağladık biz bu başarıyı. 3 yapıya da bir avludan ulaşım sağlıyorsunuz. Fakat evlerinin içine girdiklerinde çift cepheleri var. Yan taraftaki insanları istemedikleri sürece hiç görmüyorlar. Birbirlerini tanıyorlar, komşuluk ilişkisi var. Aynı avludan giriş yapıyorlar ama evin içine girdiklerinde, bahçelerine çıktıklarında kendi mahremiyetlerini sağlayabildiğimiz bir projeydi.
Geçmişten bugüne değişen yaşam şekline bağlı olarak konut tasarım anlayışında neler değişti? Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
T.H. : Aslında Türkiye’deki yaşam şekli değişmedi. Ekonomik nedenlerden ötürü biz değişmeye zorladık. Eskiden insanların isteği belliydi. Herkes minimum 3+1 bir evde yaşamak istiyordu, mutfağı ayrı olsun istiyordu, büyük balkonlu olsun istiyordu. Bizim yaşam kültürümüz bu. Japonya’ya gittiğinizde daha farklı bu kültür, Almanya’ya gittiğinizde daha farklı. Mesela Amerika’da kapalı mutfak yaparsanız gülerler size. Bizim Almanya’dan bir stajer arkadaşımız vardı. Odadan büyük banyo çiziyordu. Çünkü onların kültürleri, yaşam tarzları öyleydi. Bizim kültürümüzde de büyük evler vardır, kalabalık bir yaşantı vardır, misafirler gelir vesaire… Fakat bugün, özellikle şehir merkezlerinde, metropolitan şehirlerde bundan vazgeçildiğini görüyoruz. Açık mutfaklı, çok küçük metrekarelerde evler görüyoruz. Bunun sebebi tamamen ekonomik. Metrekare arttıkça bedeli artıyor ve o bedelle yatırımcı toplumun büyük bir kısmına hitap edemiyor. Dolayısıyla satışları daha yavaş ve düşük hale geliyor. Buna çözüm olarak metrekareyi küçültüp düşük maliyetlerde daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedeflediler. İnsanlar da baktılar “Mutfağı açık, belki odaları çok küçük ama satın alabiliyoruz ve şehrin merkezinde olabiliyoruz” dediler. Bu yüzden de 1+1 evler türedi. Tabii ki bu tarz yapılar bizim kültür yapımızı da etkilemeye başladı. Mesela insanlar artık evlerinde misafir ağırlamaktansa buluşmak istediklerinde dışarıya çıkıyorlar. Evin kullanım şekli de böylece değişmeye başladı. Artık açık mutfak sorun olmuyor. Kısacası mevcut ekonomik durumdan dolayı tasarım ve kültür etkilenmeye başladı. Toplumların kültürleriyle bu kadar çabuk oynanmasını da açıkçası doğru bulmuyorum. Kültür bizi bir arada tutan mihenk taşlarındandır ve bu taşlarla çok oynadığımızda kimlik bunalımı gibi sıkıntılar yaşıyoruz.
İstanbul’daki kentsel dönüşüm projeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapılmasını destekliyor musunuz?
T.H. : Kentsel dönüşümü destekliyoruz. Desteklemek mecburiyetindeyiz. Çünkü bu ülkede bir deprem gerçeği var ve bundan önce yapılan konutların da niteliksiz olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla biz buna karşıyız demek çok mantıklı değil. Fakat kentsel dönüşüm ile ilgili de çok büyük bir fırsatın kaçtığını düşünüyorum. Şu an kentsel dönüşüme baktığımızda gecekondu dediğimiz eski niteliksiz yapı yıkılıyor yerine yine sadece yeni yapılmış ama bir sürü sorunu hala çözülmemiş binalar çok hızlı bir şekilde bitiriliyor. Yol, altyapı, otopark, yeşil alan gibi temel sorunlara hiçbir çözüm önerisi getirilmiyor. Yapılması gerekenin tümdengelim bir politika izlemek olduğunu düşünüyorum. Ada bazında büyük ölçekte ele alınacak projelerden küçüğe doğru ilerlenmesi gerekiyor.