Bakırküre Mimarlık | ”İyi bir tasarım kullanıcı odaklıdır; mutlu mekanlar ancak mutlu kullanıcılarla anlam kazanır”
Bize biraz kendinizden ve Bakırküre Mimarlık ofisinin hikâyesinden bahseder misiniz?
G.B. : 1989 yılından beri faal olarak mesleki hayatımı sürdürmekteyim. Kurucusu olduğum, İstanbul merkezli Bakırküre Mimarlık’ taki mimari tasarım ve uygulama faaliyetlerinin yanı sıra, anahtar teslim ofis çözümleri sunan disiplinler arası bir platform olarak geliştirilen Bigg’ de, ofis mekânları özelindeki çalışmalarımızı geniş ve donanımlı ekibimle geliştirmeye devam etmekteyim.
Farklı bir meslek düşünceniz oldu mu hiç?
G.B. : Ufak yaşlardan beri müziğe ciddi bir merakım vardı. Uzun sürelerden beri davul çalmaktayım. Aynı zamanda lise yıllarında yaptığım DJ’lik hobime son yıllarda tekrar döndüm. Dolayısıyla başka bir meslek yapmak istesem severek müzik ile uğraşırdım.
Aslında çok yönlü bir yapınız var. Gürhan Bakırküre hem akademisyen, hem aktif mimar hem de yatırımcı. Bu üçleme size neler katıyor?
G.B. : Gayrimenkul geliştirme odaklı BİGG Yapı’nın yanında, mimarlıkta kazandığım 26 senelik birikimi Bakırküre Mimarlık’a yansıtmak istedim. Uzun yıllardır yürüttüğüm mimarlık, iç mimarlık ve uygulama faaliyetlerini Bakırküre Mimarlık’ta aynen sürdürüyorum. İnşaat işine girerek mimariye önem veren, belli kalitede inşaatlar yapmak gibi bir düşüncem zaten vardı. BİGG de ‘mimarın elinden çıkan geliştirme projesi’ idealini gerçekleştirmek için kurduğum bir şirket. Bunların yanında ise yoğunluğumdan dolayı akademisyen kimliğime ara vermek zorunda kaldım ama akademisyenlik hem çok zevkle yaptığım bir şey hem de mezun olduğum okula boyun borcumu ödemek bir anlamda. Hocalık yapmak kendimi yenilemek için her zaman bir araç oldu benim için. Ortalama bir insan algısıyla ilerleyemediğimiz günümüz dünyasında sizin tabirinizle bu üçleme ile edinmiş olduğum tecrübe mimariyi farklı gözlerle değerlendirerek ekibimle birlikte projelerimizi bir adım öteye taşımamda önemli bir rol oynuyor.
Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz. Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre yapıyorsunuz?
G.B. : Şantiye ekibimiz ile birlikte yetmiş beş kişilik bir kadromuz bulunuyor. Projelerimizin tasarım, konsept, mimari çizimler, uygulama projeleri, proje yönetiminin bütçesel ve satın alma departmanları, muhasebe ve idari işler hizmetleri Bebek’te bulunan merkez ofisimizce yürütülüyor. İşin şantiye ayağında ise koordinatörlerimiz eşliğinde geniş bir kadro çalışıyor. Her departman kendi koordinatörleri eşliğinde müthiş bir uyum ve koordinasyon içinde birbirleri ile daimi bir iletişim halinde. Ciddi planlamalarla düzenlenen iş bölümü ve iş programları ile tüm projelerimizi eş zamanlı ve olabilecek en kısa süre içinde teslim ediyoruz.
Ofis arkadaşlarınızla aranızdaki ilişki sanırım patron- çalışan ilişkisinin ötesinde. Birlikte düzenlediğiniz etkinlik ve geziler var. Ne söylemek istersiniz bu konuda? Ne katıyor bu tarz bir yaklaşım size?
G.B. : Ofisteki arkadaşlarla beraber vakit geçirmekten büyük keyif alıyorum. Dolayısıyla aslında bu etkinlikler ve geziler de uzunca bir süre, iş dışında da birlikte vakit geçirmemizi sağlıyor. Sırf geziler değil elbette ki; düzenlediğimiz ofis içi- ofis dışı etkinlikler, geleneksel tekne partilerimiz var. Bu tür faaliyetlerin Bakırküre’de iki önemli etkisi var. Bir tanesi ofis içindeki ilişkiyi, arkadaşlığı, birlik beraberliği pekiştirmek. İkincil olanı ise, yapmış olduğumuz mimari temelli etkinliklerin özellikle yurt dışı gezilerinin mimar olarak bizim görgümüzü, bilgimizi, perspektifimizi, vizyonumuzu genişletmesi. Dolayısı ile aslında bir bütün olarak bunların hepsi, hem mesleki hem de ofisin birlikteliği açısından çok önemli faaliyetler.
Bir projeyi oluştururken hangi aşamalardan geçiyorsunuz? Süreç nasıl ilerliyor?
G.B. : Mekân analizi, organizasyon şeması, bütçe hesaplamaları, havalandırma, ısıtma, soğutma, sürdürülebilirlik gibi teknik araştırmalar ve programları, çalışanlar ile yapılan bireysel anketleri ve gerekli birimlerle görüşmeleri kapsayan danışmanlık hizmetleri ile proje sürecini oluşturarak işe başlıyoruz. Bizimle paylaşılan bütçe içerisinde kalarak, en kapsamlı ihtiyaç programını işverenle paylaşıp, görüşlerine göre şekillendirerek projelerin kurgusunu tamamlamış oluyoruz. Mekan planlaması, konsept tasarım, 3 boyutlu görselleştirme, mimari çizimleri bitişler ve detaylar, uygulama projeleri ve mobilya seçimleri ile projenin tasarım aşamasında ilerleyerek yol alıyoruz.
Burada ofis özelinde konuşursak yenilenecek bir ofis için doğru mekânın bulunmasından, mevcut düzen için geçici olarak kiralanacak mekânın bulunmasına kadar olan tüm süreçte aktif rol almaktayız.
Donanımlı ekibimiz ve işveren işbirliği içinde proje yönetimi, taşınma yöntemi, çevre duyarlılığı bilinci içinde şantiyelerimizi tamamlayarak mutlu ve yeni ofislerin anahtarlarını teslim ediyoruz.
Sizce iyi bir tasarımın sahip olması gereken nitelikler nelerdir?
G.B. : “İyi” tasarımı, analitik ve çok boyutlu bir algının mümkün kıldığı düşünce ile her projeyi kendine özgü verileri ile değerlendirmeyi doğru buluyorum. İşlevsel ve akılcı bir yaklaşımı esas alarak, farklı ölçeklerin bütünü ile parçalarının ortak ve özgün bir tasarım dilinde birleşmesi bu amaçta en doğru yol olmalıdır. İyi bir tasarım kullanıcı odaklıdır; mutlu mekânların ancak mutlu kullanıcılarla anlam kazandığını unutmamak gerek. İyi bir tasarım ergonomik olmalıdır, kullanıcının sağlığını ve mutluluğunu gözetmelidir, dinamik olmalıdır; en önemlisi kullanıcı profili ile aynı dili kullanarak kullanıcı ile buluşmalıdır. Bu oluşum esnasında sadece tasarım yapmayı, mimari odaklı düşünmeyi değil fonksiyon, maliyet, ergonomi vs. gibi birçok etkeni işin içine sokuyoruz. Tüm bu niteliklerin irdelenerek yapıldığı tasarım iyi ve doğru tasarlanmış projeleri doğuruyor.
Teoride sayabileceğimiz bu nitelikleri pratikte uygularken ne gibi handikaplarla karşılaşıyorsunuz?
G.B. : Tüm bu nitelikleri pratikte uygularken tabi ki tüm bunların ideal bir şekilde, yüzde yüz başarıyla bir araya gelmesi imkânsız. Örneğin, uygulama esnasında karşılaşılan en büyük handikaplardan biri işçilik sorunları. Düzeyli ve kaliteli bir üretim yapmakta karşılaşılan güçlükleri en az düzeye indirgemek için gerekli kontrollerin profesyonelce takip edilmesi gerekmekte. Ancak bu tip olası problemlere rağmen belirli bir paydada tüm niteliklerden; gerek estetikten gerek fonksiyondan bazen de maliyet gibi faktörlerden en az düzeyde ödün vererek bir bütünlük sağlamak, tasarlananın gerisinde kalmamak en önemli amacımız.
Ağırlıklı olarak çalışma alanları tasarımı üzerine uzmanlaşmış bir ofissiniz. Geçmişten bugüne çalışma alanlarındaki tasarım anlayışında neler değişti? Bu değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
G.B. : Günümüzde yönetici pozisyonunda yer almaya başlayan Y kuşağı, kendisinden önceki X kuşağına göre apolitiktir, bireyseldir, örgütsel bağlılıkları azdır. Onlar mobil iletişim, internet ve sosyal medya kuşağıdır. Yeni nesil çalışma alanları ise içinde olduğumuz bu düzen ve gereklilik içinde şekillenmek durumunda kalmıştır. Gelişen ve değişen dünyada, ofis tasarımları kişilere kendi çalışma alanlarını seçme özgürlüğü veren, takım çalışmasını ve işbirliğini destekleyen alanlar yaratmaya dayanmaktadır. Inovasyonu teşvik eden, maksimum yaratıcılığı ve yüksek verimliliği çalışanların mutluluğuyla birleştiren tasarım anlayışı yeni tasarım trendlerinin çıkış noktası. Mekânsal anlamda, açık ofis alanlarının içerisinde tasarlanan farklı ölçeklerdeki toplu çalışma alanları, sosyal alanlar, oyun alanları, küçük telefon odaları, kafeterya alanları, spor alanları bu anlayışa hizmet eden vazgeçilmez birimler haline gelmiştir.
Burada “global ofis ” diye adlandırdığınız Deloitte ofis tasarımınızdan biraz bahseder misiniz? Bu ofiste kişiye özel bir masa tanımınız yok. Personality/aidiyet ile ilgili bir handikap oldu mu?
G.B. : Maslakno/1 Plaza’da toplam 12.500 m² alanda 11 kata yerleşmekte olan yeni Deloitte Genel Müdürlüğü ofisi, kelimenin tam anlamıyla bir “bilgi merkezi”. Böylesine yoğun bir iş programına sahip bir ofis için tasarım dinamitlerini “Hareket Temelli Çalışma” sistemi üzerine kurduk.Her çalışana kendi çalışma alanını yaratma özgürlüğü vererek aynı masa ve aynı sandalyede çalışma monotonluğu ortadan kaldırıldı. Ofislerdeki “shared desk” (paylaşılan masa) ve “clean desk” (temiz masa) uygulaması ile herkese istediği yerde çalışabilme olanağı sağlandı. Bu tip, kimsenin belli bir yerinin olmadığı ofis çalışma biçimleri aidiyet kavramı ile tamamen çelişmekte midir? Bu kavramı nasıl etkilemektedir? Bu soruyu şöyle cevaplayabilirim: “bu ofisteki tüm masalar senin, istediğine otur, rahat ettiğin yerde çalış” dendiğinde, çeşitli mekân ve çalışma biçimi alternatifleri sunulduğunda bu kuşak üzerindeki etkisi bambaşka olacaktır. “Bir tek masanın size ait olması” veya “tüm ofisin size ait olması”; hangisini tercih ederdiniz? Y kuşağının üretici olmak için ihtiyacı olansa tam olarak bu. Onlar seçim özgürlüğü istiyor, böylece yaptıkları işe bağlılıkları artıyor, çalıştıkları firmaya –tıpkı arkadaşlarına ya da ailelerine karşı hissettikleri gibi- sadakat duymaya başlıyorlar ve mutlu oluyorlar.
BİGG girişiminizden bahseder misiniz biraz?
G.B. : Bigg, çalışma kültürü çözümlerini içeren ve özellikle ofis alanında tüm mekânlarla ilgili bütün bir çözüm paketi üreten bir markadır. Bu markayı yaratmaktaki amaç işin en başından en sonuna kadar bir bütün olarak hizmet vermek ve bu hizmetleri bir uzmanlık çerçevesi içinde sunmaktır. Bunu sağlamak için, süreç içinde ihtiyaç duyulabilecek tüm danışmanları bir araya getirerek ve analizler yaparak bir yol haritası çiziyoruz. İşte BIGG bu danışmanlıkların bütünüdür.
Yaratılan bu kavram, yurt dışında bazı örnekleri bulunmasına rağmen aslında iki sene evvel Türkiye’de biz bu markayı kurduğumuzda bir ilkti; analiz ettik, tasarladık, uygulamasını yaptık. Türkiye’de de bunun ile ilgili herhangi bir çalışma olmadığı için biz öncülük etmiş olduk.
Genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
G.B. : Mimarlık her alanda, kültür, sanat ve pek çok birimle birlikte beslenmesi gereken bir bütün; bu bütünün içinde yalın olarak ne sadece sanata, ekonomiye, mühendisliğe, teknolojiye ne de yalnızca kendi içinde mimarlık bilimine kanalize olmak gerek. Bu alanların tümü tek bir çizgide toplanmalı, harmanlanmalı. Çünkü mimarlık gelişen dünyanın içinde devinime açık bir meslek; noktalanamayacak bir araştırma ve geliştirme gerekiyor. Bizler üniversitenin Nuh Nebi’den kalma kütüphanesinde zar zor bir şeyler bulmaya çalışıyorduk, gelişen ve sürekli ilerleyen teknolojinin çocukları olarak yetişen bir neslin bu avantajlarını değerlendirerek kişisel gelişimlerini ve profesyonel hayatlarını çok daha ileriye taşıyabileceğine inanıyorum. Bu kuşakta yetişen genç mimarlar bu yola çıkmanın kararını aldıkları andan itibaren sürekli gezip görmeli, araştırma yapılmalı, , hayal kurmalı, okuyup anlamalı…
Eğer bu meslek severek yapılırsa kişinin algısı bunun üzerine temellenerek ilerleyecektir. Dolayısıyla mimarlar, mimar adayları gittiği her yerde, okuduğu her kitapta, seyrettiği her filmde, gezdiği her müzede, parkta, binada bu algının getirisiyle seçkiler yapacak, hayal gücünü iç dünyasında şekillendirirken bu birikimlerini harmanlayarak birikimlerini yarattığı her çizgiye yansıtacaktır. Bu iş, zaten bir yaşam biçimi, bir hobi haline gelirse kişiye keyif verecek ve onu başarıya ulaştıracaktır.
Bizimle paylaşmak üzere seçmenizi istesek sizi en çok ifade eden proje veya projeleriniz nelerdir? Bu projenizin şekillenme sürecini biraz anlatır mısınız?
G.B. : Yoğunlukla iç mimari yaklaşımımızı anlatan sohbetimize mimari projelere bakış açımızı da eklemek için Cezayir’in Oran kentinde yer alan ve Tosyalı Holding için tasarlanan Yönetim Binası projemiz ile ilgili bir paylaşımda bulunarak devam etmek isterim. Bu projeye başladığımız gibi bu projenin uygulanacağı Cezayir’e gittik, gördük, yerel verileri değerlendirdik. Cezayir’deki kütle ilişkileri, avlulu plan oluşumlarından yola çıktık; modern bir mimari çizgiden ilerleyerek oluşturduğumuz tasarımın çağdaşlığını yerel ve geleneksel verilere adapte ettik.
Yörenin yerel mimarisinde sıkça karşılaşılan avlulu yapılaşma fikri hem iklimsel özellikler açısından, hem de kullanıcıların hafızasında yeri olan bir mekânsal kurgu olmasından dolayı, projeyi temellendirmede esas alındı. Yerel dokuyla paralel gidecek ve aynı zamanda da modern bir çizginin hissettirilmek istendiği bina için seçilen malzemeler aslında bu kurgunun yapıtaşlarını oluşturdu. Tasarımın kütle bütünselliğinin; ağır ve gösterişli malzemeler yerine yapının sade ve yalınlığını vurgulayabilecek malzeme seçimleri ile sağlanması amaçlandı.
Proje temel olarak; 3 ana blok, 1 giriş bloğu ve 1 çekirdek bloğu olmak üzere 5 bloktan oluşuyor. Ana bloklardan ikisi, her blokta 4 ofis katı bulunan, açık ve kapalı ofisler ile yönetim katından oluşmakta; diğer blok ise, tek bir kattan oluşan 200 kişilik bölünebilir bir sisteme sahip konferans salonu işlevinde kullanılmak üzere tasarlandı; çekirdek bloğu ise tüm bu fonksiyonlara ortak hizmet alanı sunması amacıyla yaratıldı. Söz konusu blokları ortak bir platformda bağlamak, ayrı bir karşılama kütlesi olan blok ile girişi tanımlamak ayrıca yarı açık mekânlar ile iklim koşullarına bağlı olarak güneş, rüzgâr ve rüzgâr ile taşınan toprak için koruyucu bir kalkan oluşturmak amacıyla planlanan saçak, yapının en baskın mimari öğesi oldu.
Sürdürülebilirlik ve ülkemizdeki kentsel dönüşüm faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iş burada doğru yapılabiliyor mu? Bu konuda bir mimarın üzerine düşen sorumluluklar nelerdir?
G.B. : Kentsel dönüşümde mühim olan orada yaşayan insanları mağdur etmemek. Yoksa amaç olarak hakikaten doğru. Şu anda İstanbul’daki yapı stoğunun %80’inin -abartmadan söylüyorum- depreme dayanıklı olamadığını düşünürseniz, bu süreç doğru bir süreç. İstanbul’da 7,5 şiddetinde bir deprem olduğu zaman tüm Türkiye ekonomisi durur. Bunun önlemini bir şekilde almak lazım, başka çaresi yok. Sonuçta Türkiye’nin kalbi İstanbul ve şu anda bu kalp en ufak bir darbede duracak gibi. Bu kalbin durması demek, tüm bedenin durması demek. Bu kadar büyük hasarlara yol açmamak için bu değişimi bir an evvel sağlamak lazım. Değişimi sağlarken de muhakkak ki içinde yaşayanları mağdur etmemelisiniz. Eğer o insan Tarlabaşı’nda yaşıyorsa, Tarlabaşı’nda yaşamaya devam etmeli. Tutup onu zorla Beylikdüzü’ne atmamalısınız. Öncelikle buna dikkat etmek lazım. İçinde yaşayanı da mutlu edecek çözümler bulunabilir istedikten sonra.
Öte yandan da mimarların projelerini oluştururken sürdürülebilirlik anlayışlarınızı tasarıma entegre etmeleri gerekmektedir. Doğru bir mimari tasarım sayesinde, bütçenizi şişirmeden hem doğru tasarlanmış hem de yeşil mekanlar elde edebilirsiniz.
”Mimarlar olarak yapının %20 sine hakimiz” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Olması gereken yüzde bu mudur?
G.B. : Türkiye’de inşaa edilen yapıların tahminen yüzde yirmisi civarında mimar imzası bulunmaktadır. Türkiye’de uygulanan yönetmelikler gereği bu yapıların bir miktarı mimar desteği alınmadan diğer mühendislik disiplikleri ürünlerinin imzası ile yapılabilmekte; bir miktarı ise tamamen kaçak olarak yapılmaktadır. Dolayısıyla birçok yapıda ne bir mimarın ne de bir mühendisin fikri alınıyor, bilgisine başvuruluyor. Bu sebeple Türkiye’deki yapıların maksimum yüzde yirmisinde mimar imzası bulunuyor. Tabi ki olması gereken yüzde bu değil. Gönül ister ki tüm binalar yalnızca mimari bir tasarım ve planlama çerçevesinde değil aynı zamanda şehrin tüm kurgusunu oluşturan ana, master planlar ve bunun alt ölçekleri olan kentsel planlamalar ile oluşturulsun.