Bahadır Kul Mimarlık | “Mimarlık keyif alarak ve değer katarak yapmak isteyeceğiniz bir iş”
Mimarlık hikayesi nasıl başladı ve bugüne gelene kadar bu tasarım yolculuğu nasıl şekillendi?
B. K. : Aslında tamamen tesadüf eseri mimar oldum. Öğrencilik yıllarımda mimarlığı hiç bilmiyordum. Ailemin isteği doğrultusunda tıbbı seçme eğilimindeydim ve doktor olacağım diye yola çıkmıştım. Tercih formunu doldururken, ressam olan halamın ısrarları üzerine tercihlerden birisini mimarlık olarak değiştirdim. Sonuçlar açıklandığında mimarlığı kazandığımı öğrendim. Sonra üniversite serüveni başladı. İlk başta bu bölümü pek sevemediğimi, ısınamayacağımı düşünüyordum. Hala aklımda doktor olmak vardı. Ama mimarlık fakültesinde okumaya başlayınca hem genlerde saklı yeteneğim ortaya çıktı, hem tasarım yapma eyleminin içinde olmak, hem de bir şeyleri inşa edebilme güdüsünün verdiği hazzı tattıkça mimar olmanın benim için çok güzel bir sonuç olduğunun farkına vardım.
Üniversite 3.sınıf öğrencisiyken mimar olarak part time çalıştım. 4. Sınıfa geldiğimde 4 arkadaş birbirimizi teşvik ederek Dörtgen adında bir ofis kurduk. Fakülteyi ise 2000 yılında dönem birincisi olarak bitirdim. Mimarlığı seven ve idealleri olan biri olarak mezun olmuştum. Belli bir süre sonra açtığımız ofisi kapatarak ailemin yaşadığı Van’a geri dönüş yaptım. 6 aylık süreçten sonra Van’da kalarak mimarlık yapamayacağımı anladım ve Kayseri’ye geri dönüş yaptım. Zorlu bir süreçte benim için başlamış oldu. Kendi başıma küçük ölçekli işler yapıyordum. Daha çok iç mimari ve dekorasyon işleriydi bunlar. İş hayatının kurallarıyla ve işveren ilişkileriyle böylelikle sıkça karşı karşıya gelmeye başlamıştım. 2000-2002 yılları arasında bazı mimarlık ofislerinde çalıştım. 2003 yılında Kayseri ofisimi açtım. Kayseri Kadir Has Stadyum projesi ile de ilk projemi hayata geçirmiş oldum.
Ülkemiz şartlarında mimarlık mesleğinin fazlaca tanınmıyor oluşu ve işverenlerin kendileri için yaratılacak eserde fazlaca söz hakkı olmasını istemeleri işimi her ne kadar zorlaştırsa da zamanla bunun üstesinden uyumla ve direnmeyle gelmeyi başardım. Ve gördüm ki, işvereninizle ters düşmediğiniz müddetçe ve onların istemlerini kendi istemlerinize dönüştürdüğünüz müddetçe başarıya bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Bu deneyimle, işverenlerimle kurduğum sıcak bağlar sayesinde onların düşlerini daha etkin bir şekilde biçimlendirmeyi başardım. Zamanla, tam tabilik oluştuğu zaman iyi ürüne daha kolay ulaşmaya başladık. Gerek ortaya çıkan ürün anlamında, gerekse bu ürünün kabul görmesi anlamında bu çok önemliydi. Daha sonra bu uyum yeni işleri beraberinde getirdi. Ve biz her yeni işle yepyeni bir şevk ve azimle iyiyi ve daha iyiyi üretmeye çalıştık.
Daha genç yaşta önemli bir kariyer sahibi oldunuz. İlk projelerinizi nasıl aldınız? Kayseri’den İstanbul’a hatta yurtdışına kadar süren büyüme sürecinizde ne gibi handikaplarla karşılaştınız? Nasıl yönettiniz bu süreci? Bu konudaki tavsiye ve tecrübelerinizi dinlemek isteriz.
B.K. : Mimarlığa başladığım zaman fakülte 4-5 yıllıktı. Ankara’dan destek alıyordu ve o destekle de Abdullah Çağıl ve Merih Karaaslan’la tanışma fırsatımız oldu. Hatta üçüncü sınıfın yazında stajımı, Ankara’da onların yanında yaptım. Bu benim için çok büyük bir çığır oldu. Genelde kamu projeleriyle ilgileniyorlardı. Sonra ben de kamusal ve sosyal projelerle yavaş yavaş kendi çizgimi oluşturmaya başladım. Hangi alanda, nasıl mimarlık yapmam gerektiği kafamda oluşmaya başladı. Karaaslan ve Çağıl idollerim oldular. Ama mezun olduktan sonra bir anda bütün bu istemlerinizi yerine getiremiyorsunuz çünkü çok toysunuz. Mezun olduğumda 21 yaşındaydım. Büro açmak için erken bir yaştı. Onların 30 yıllık mimarlık serüvenlerinin önünde bana böyle bir şans tanınması neredeyse imkansızdı. Ama bir yerden başlamak gerekiyordu.
Ve Kayseri’de kalmaya karar verdim. Kayseri’de şartlar Ankara’dakine göre daha zordu ama bir çıkış noktası yakaladım. Küçük ölçekli tasarımlarla, dekorasyon işleriyle başladım. Anadolu’daki o sıcak temas sayesinde yaptığım işler kulaktan kulağa yayıldı. Bu da bir sıçrama oluşturdu. 1-2 yıl içerisinde artık kentte az çok bilinen bir mimardım. 2002 yılında, 23 yaşındayken ilk bürom Ofiss Mimarca’yı kurdum. Sonrasında Kayseri’de küçük ölçekli mimarlık ürünleri vermeye başladık. Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan davetli yarışmada, 7500 kişilik Kadir Has Kongre Merkezi için bizim projemiz seçildi. Sonra bu davetli yarışmalar başlıca iş elde etme yöntemimiz oldu.
Kayseri Stadyum projesini, Kayseri Şehir Terminali’nin ardından gerçekleştirdik. Projelerden birinin inşaatı bitip diğerininki başladığı noktada, Konya Stadyumu’na çağrılı ön yarışmayla davet edildik. Sonra bu projeyi çizmeye başladık.
Hem aktif olarak mesleğini yapan hem bu işin akademik tarafında bulunan birisiniz. Bu çeşitlilik size neler kattı?
B. K. : Aslında mimarlık kendisi de disiplinler arası bir meslek. Tasarımın aktif olarak hayata etki ettiğini görmek mimarlık hizmeti vererek mümkündür.Ancak bunun yanında vizyonu oluşturmak ve gelecek te mesleğin sahipleriyle iletişimde olmak için akademik altyapı da çok önemlidir. Her zaman bu çeşitlilik bizim ofisimizi çok dinamik tutmaya yarıyor. Okullarda, tasarım stüdyolarında yer almak, jüriler ve zaman zaman dahil olduğumuz atölye çalışmaları bizi kesinlikle besliyor.Çünkü bu süreçler içerisinde edindiğimiz tüm deneyimler benim öğrenciyken arzu ettiğim, tanışmayı,bilmeyi istediğim şeylerdi. Öğrenciyken yaşadığımız sorunların tekrarlanmaması, o sorunlara ışık tutması, yeni mimar adaylarının bu sorunları yaşamaması adına, bilgi ve deneyimler başlığı altında seminerlerle, konferanslarla üniversitelerde aktarımlar yapmaya çalışıyoruz. Bu aktarımı yapmak bizim için çok keyifli bir durum. Sadece bununla da yetinmeyip, bağlı olduğumuz ve ortak çalıştığımız, Spor Bakanlığı, Futbol Federasyonu ve farklı kamu kuruluşları gibi örgütlere de bütün bilgi birikimimizi, deneyimimizi ve edindiğiniz süreçteki aksaklıkların yöntem ve metotlarının nasıl doğru ilerlediğini, çözüldüğünü aktarıyoruz. Çünkü öğrencileri çok önemsiyoruz.
Ofisinizin ismi ve ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz? Mimarlık sizin için ne ifade ediyor? Neden Ofis Mimarca’dan BKM ‘ye bir değişim ihtiyacı duydunuz?
B. K. : BKA_Bahadır Kul Architects, İstanbul gibi dinamik ve heyecanlı bir stüdyo. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarla kenti, dünyayı ve mimari hayallerimizi konuşuyoruz, heyecanlanıyoruz. Bu ofiste aldığımız ilham çok fazla. Mimarlığın fazlaca disiplinle birlikte gitmesine önem veriyoruz. Mimarlık insanların mutlu yaşayacağı mekanlar yaratmaktır. Bu felsefe ile bütün çalışmalarımı devam ettiriyorum. İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak ve onların mutlu olabileceği mekanlar ortaya çıkarmak düşüncesi ile çalışmalarımı sürdürüyorum.
2009’da yüksek lisansımı tamamladığımda, Kayseri’deki mega projeler, Kapadokya Terminali, Konya Stadyumu projeleri de sonlanmıştı. Bu arada küçük bir mola verip askerliğimi aradan çıkarmak istedim çünkü seyahatlerime, hayallerime, planlarıma engel oluşturuyordu. Bunu aradan çıkarır çıkarmaz 2010 yılının başında İstanbul ofisimizi açtık.
İstanbul ofisimizle beraber Ofiss Mimarca ismini kullanmamaya başladık. Ofisin adımı taşımasının daha doğru olacağını düşündüm. Bu kurumsallaşma hamlesi, uluslararası projelerde boy göstermek adına da bir gereklilikti. Çünkü İstanbul dünyaya açılan bir kapı. Birçok müşterimiz yurtdışından ya da Anadolu kentlerinden. Dolayısıyla onlar için bir merkez oluşturabilecek yegane yer İstanbul’du. Tabi İstanbul’a çok hakim değildim, burada okumamıştım. Ankara bir nebze daha Anadolu’ydu, alışkanlıklarımız vardı. Ama İstanbul zordu. Bütün bunlar dezavantajdı.
Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?
B. K. : Yaklaşık olarak 15 kişilik mimari ekibimiz bulunmaktadır. Ofis içerisinde farklı departmanlarımız var; tasarım-konsept, araştırma, uygulama, şantiye, PR-iletişim departmanları ve idari birimler yer alıyor. Tüm departmanlar hem ayrı ayrı, hem de eş zamanlı projeler üzerine kafa yoruyor. Araştırma süresince tasarım-konsept departmanımızın konunun geneline ve kavramsal fikrine özel düşsel bir fikir yolculuğu başlıyor. Uygulama departmanının yapının planlamalarını çözdüğü, detaylandırdığı aşamalar var. Buna ek olarak da dışarıdan çok ciddi koordineli ekiplerimizle entegre olarak çalışıyoruz. Bizim için araştırma süreci çok önemlidir. Bu araştırma süreci, konuya hakim olma, kültürü anlama, coğrafyayı öğrenme, topografyayı inceleme, yeri tanıma gibi noktaları içeriyor. İstenen yapının fonksiyonuna yabancıysak dünyadaki örneklerin tarandığı ciddi bir araştırma süreci de var. Bizim zaten Bahadır Kul Mimarlık olarak bazı kabullerimiz amaçlarımız ve gayretlerimiz mevcut. Onlardan sapmamaya özen gösteriyoruz.
Şubeler arası interaktif bir bağlantı var mı yoksa birbirinden bağımsız projeleri mi yürütüyorlar? Koordinasyonu nasıl sağlıyorsunuz?
B. K. : 2012’nin Ocak ayında Bağdat ofisimizi açtık. Orada da yerel mimar ve mühendislerden oluşan 4-5 kişilik mimar ve mühendis kadromuz var.2016 yılında Batum Stadyum projemizi aldıktan sonra orada ofis açtık.Proje süreçlerinde ofisler arası bilgi aktarımında bulunup senkronize oluyoruz.
Birçok projeyi aynı zamanda yürütmek tasarım yönünüzü nasıl etkiliyor?
B. K. : Tasarım süreci birçok disiplinler arası koordinasyonu barındırır. Bunlar teknik disiplinler, danışmanlıklar ve özel kriterler taşıyan kurallar disiplinleri. Örneğin bir stadyum tasarımında UEFA’nın belirlediği kriterler doğrultusunda tasarımımız şekillenmektedir. Ekolojik projeler tasarlarken ise LEED ve BREEAM sertifikalarının getirdiği kurallar dikkate alınmaktadır. Tüm bu disiplinler gerek mühendisler ve mimari yapı teknolojilerinin bir arada bulunduğu disiplinler yumağını en doğru şekilde kullanıp hepsini üst üste çakıştırdığımızda hiçbir aksaklığın meydana gelmeyeceği ve uzun süre sağlıklı yaşayacak yapılar üretmek için tüm disiplinler arası koordinasyonu iyi sağlamak zorundayız. Ve bu disiplinler arası koordinasyon bir yapıyı tasarlamaktaki hüner kadar değerlilik ve önem arz etmektedir.
Bütün bu süreçleri aynı anda farklı işlevlerde birçok proje üzerinde yürütüyor olmamız farklı deneyimleri de beraberinde getirmektedir.
Yeni bir projeye başladığınızda nasıl bir süreç izliyorsunuz? Projelerinizi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar nelerdir?
B. K. : BKA ekibi olarak, her yeni konu için yoğun ve geniş çaplı bir araştırma süreci başlar. Araştırma demek, konuya hakim olma,kültürü anlama,coğrafyayı öğrenmek, topoğrafyayı inceleme,yeri tanıma gibi noktaları içeriyor. Bizim zaten Bahadır Kul Mimarlık olarak bazı kabullerimiz amaçlarımız ve gayretlerimiz mevcut. Onlardan sapmamaya özen gösteriyoruz. Ofis içerisinde farklı departmanlarımız var; tasarım-konsept, araştırma, uygulama, şantiye, PR-iletişim departmanları ve idari birimler yer alıyor. Tüm departmanlar hem ayrı ayrı, hem de eş zamanlı projeler üzerine kafa yoruyor. Konularımızın sosyal yapılar olması dolayısıyla birçok danışman da bu araştırma sürecinde bize eşlik eder. Bu veriler ışığında birden fazla konsept ve yaklaşım belirlenir böylelikle birkaç alternatif avan projeler ortaya çıkar. Bu avanların sunumu ve kabulü sonrası uygulama aşaması başlar.
Projenin hayata geçirilmesi sırasında ise yaşanan bazı sorunlar mevcuttur. Öncelikle olarak müşterinin bize geldiğinde kafasında proje ile ilgili bazı fikirlerin var olması. Bu durumda istediğimiz fikri hayata geçirmekte en baştaki zorluktur. Daha sonraki süreçler de ise gerek toplumsal gereksinimler, gerek kamunun ve halkın beklentileri ile proje fikrinin biçimlendirmeye çalışılması da tasarıma farklı bir zorluk katmaktadır. Diğer bir sorun ise ülkemizde hala yüksek teknolojiye adapte olmuş, bu anlamda iyi ürünler verebilen müteahhit firmaların ve yapı teknolojin üreten firmaların yeterli güçte ve deneyimde olmayışlarıdır. Bu durum ortaya çıkarılan farklı tasarımların hayata geçirilmesinde işçilik, imalat ve disiplin koordinasyonlarında zorluklar çıkarmaktadır. Biz bu durumu önlemek için şantiyelere uygulama esnasında danışmanlıklar vermek ve yerinde imalatları takip ederek tolere etmeye çalışıyoruz.
Artık markalaşmış, sistemi oturmuş bir ofis olarak size bir proje geldiğinde kabul için dikkate aldığınız belli kıstaslar/kriterler var mıdır?
B. K. : Mimarlık keyif alarak ve değer katarak yapmak isteyeceğiniz bir iş. Bu sebeple gelen projeyi seçmek demek doğru olmaz ama inandığımız ve bizim değer kattığımız projelere öncelik verdiğimizi söyleyebilirim. Bazı durumlar oluyor ki proje gerçekten işverenin çok vizyonu olmadan oluşmaya başlamış oluyor, bu durumda projenin nasıl daha iyi bir yere gidebileceğini tartışıyor, üstüne fikirler üretiyoruz ve işvereni de bu anlamda ikna etmek için çabalıyoruz.
Hem Türkiye’de hem dünya çapında başarılı projelere imza atmış bir mimar olarak, Türkiye ile yurtdışı arasında mimari ve mimari yaklaşım açısından ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gözlemliyorsunuz?
B. K. : Dünyada mimarlık çok daha farklı ve hızlı ilerliyor. Artık gelişmekte olan ülkelerde çok daha ekonomik binalar yapılmaya çalışılıyor. Teknolojik gelişmelerle birlikte sizin yapı bilginizi değiştirerek yeni malzemelerin koordinasyonunu çözmeniz gerekiyor. Önceden mimarların ve yapı sektörünün böyle dertleri yoktu. Bununla beraber artık insanlar da tatmin olmuyor. Büyüleyici ve farklılık yaratan yapıların arayışındalar. Bu gereksinim oldukça da yapı firmalar ve teknoloji de bunu geliştirip önünüze koymaya başlıyor. Bu teknolojiyi şekillendiren de mimari yaratıcılık olduğunu düşünüyorum.
Ülkemizde ise mimarlık açısından durum biraz farklı, hala müşteri odaklı ve post modern yapılar tasarlanmaktadır. Kamu yapıları ve Anadolu’da tasarlanan yapıların hala Selçuklu ve Osmanlı taklidi olması tartışmaya değer konulardandır.
Gençlere çok önem verdiğinizi, onlara ofis olarak burs olanakları sağladığınızı biliyoruz. Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
B. K. : Mimarlık okumanın, yapıları öğrenmenin, kenti, şehirleri keşfetmenin tadını çıkarsınlar. Bunu istekli bir şekilde yapsınlar. Mimarlık sadece okulda öğrenilen bir dal değil çünkü disiplinler arası bir etkileşim alanı. Çevreye hep bu gözle bakıyor olmak lazım. Girdiğiniz her mekan sizi besler öğretir. Tüm bunların yanında kesinlikle yeni teknolojileri takip etmek, yeni çıkan malzemelerden haberdar olmak çok önemli. Dünya değişiyor ve bu değişimin nitelikli olması için bizlerin sağlıklı, yeşil kentlere ve çalışkan insanlara ihtiyacımız var.
Mimarlık öğretisi belli bir formatta biçimlenmekle amaçlanmıyor. Kişi deneysel süreçleri, stajları ve çalıştığı ofislerle kendini geliştirmelidir. Dünyayı görerek araştırarak iyi eser çıkarma gayreti içinde olmalıdır. Ama şunu da görüyorum ki sadece belli standart bilgiler aktarılıyor. Mimarlık aslında teknik bir dal değil, sanatsaldır. Sanatta duyguların gelişimidir. Bunlar pişirilmeyip yoğrulmadığı sürece sadece teknik bilgilerle yola çıkıldığında sanatsal yön körelmiş oluyor. Mimari eğitimi tekniği sanat ile harmanlamak gerekiyor. Yakın zamanda teknolojinin gelişimi ile insanların bakış açılarının genişlemesi ile iyi ürünler ortaya çıkacaktır. Biz iyi örnekler ortaya koyarak bu süreci hızlandırmaya çalışıyoruz. Çünkü iyi bir yapı başka bir yapıyı doğurur.
Çok farklı tipoloji ve ölçeklerde birçok projeye imza attınız. Ağırlıklı olarak kamu alanlarını tasarlamanızın bir tercih sebebi var mı sizin için?
B. K. : Kayseri’de kamusal yapılarla başlayan bu serüven, 2006 yılında Kadir Has Stadyumu projesinin ortaya çıkışıyla ülkede bir stadyum yapısının ilk kez gündeme geldiği bir zamana denk geldi. Bu projede bulunuyor olmamız ve bu binanın hayata geçmiş olması, Türkiye’deki spor yapısı mimarisinde büyük bir açılımı da beraberinde getirdi. Sadece bir stadyum değil, aynı zamanda büyük bir kapalı spor salonuna da sahip olan Kadir Has Spor Kompleksi 2004’te de Dünya Basketbol Şampiyonası’na ev sahipliği yaptı. Dolayısıyla bu alanda dikkat çekiyor oluşumuz ülkesel bir beklentinin de önünü açtı. Devamında Konya Stadyumu ve TOKİ’yle birlikte çalıştığımız yaklaşık 7-8 stadyum projesiyle beraber ilerleyen bir spor yapısı serüveni başladı.
Dolayısı ile devamında birçok kamu projesi de geldi.Çok fazla kamu projesi yapmış bir ofis olarak, kamu projeleri ile anılmaktayız.
Yeni nesil stadyum tasarımları sizinle başladı dersek yanlış bir söylemde bulunmuş olmayız sanırım. Nasıl gelişti bu süreç?
B. K. : Kamusal projelere ihtiyaç duyulan bir dönemde çokça ürün verme fırsatını yakaladık. Bu da bizim için ciddi bir referans listesi oluşturdu. Kayseri’de kamusal yapılarla başlayan mimarlık serüveni, 2006 yılında Kadir has Stadyum projesinin ortaya çıkışıyla ülkede bir stadyum yapısının ilk kez gündeme gediği bir zamana denk geldi. Bu projede bulunuyor olmamız ve bu binanın hayata geçmiş olması, Türkiye’deki spor yapısı mimarisinde büyük bir açılımı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla bu alanda dikkat çekiyor oluşumuz ülkesel bir beklentinin de önünü açtı. Devamında Konya Stadyumu ve TOKİ’yle birlikte çalıştığımız yaklaşık 7-8 stadyum projesiyle beraber ilerleyen bir spor yapısı serüveni başladı.
Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğunuz projeler arasında sizi en çok heyecanlandıran, etkileyip yansıttığını düşündüğünüz proje veya projeleriniz nelerdir? Bu projelerinizden biraz bahseder misiniz?
B. K. : Aslında her yeni bir arazi ve projede farklı bir yolculuk var ve bu heyecan hep yeniden karşımıza çıkıyor. Tabi ki bugüne kadar olan üretimlerimize baktığımda özellikle doğduğum kent olan Van benim için çok önemli. Van’da Urartu Müzesi projesi beni çok heyecanlandırıyor. O toprakların tarihini anlamak, anlatmak ve bunu da müze yapısıyla yapmak gerçekten çok anlamlı bir deneyimdi. Çünkü Van’ın benim için çok ayrı bir yeri vardı.O topraklarda büyümüştüm.Çocukluğumu o kitabelerdeki çivi yazısının ne anlama geldiğini bulmaya çalışarak geçirmiştim.Kendi topraklarımda, oyun oynadığım yerlerde, böyle bir medeniyetin müzesini yapmak çok ayrı bir keyifti benim için.Özellikle müzede sergilenecek eserlerin bulunduğu yeri gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Projeyi davetli yarışmayla kazandık. Dört proje arasında bizim projemiz seçildi.Keyifli bir proje süreci yaşadık çünkü ilk müze projemizdi. tabi sit alanında, kale yapısının yanında bu kadar büyük bir yapının konumlandırılması ciddi eleştirilere neden oldu.Şuan müzenin halen teşhir tanzim uygulama süreci devam ediyor.
Ofisinizin ’ Yeşil Tasarım ’ a bakışı nasıl? Uyguladığınız projelerinizde araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyor musunuz?
B. K. : Projelerimizin işlev ve fonksiyonuna göre Yeşil Tasarım odaklı projeler yapmaya dikkat ediyoruz. Antalya Akvaryum projemizde topografya içerisine gömüşmüş yoğun yeşil çatısı ile hem sürdürülebilir özellik taşımakta hem de iklimsel etkileri olmaktadır.
AR–GE çalışmalarımızı firmalar ile beraber yürütmekteyiz. İhtiyaçlarımız doğrultusunda firmalardan bilgilenmek yöntemi ile beraber gereksinimlerimizi onlara iletmekteyiz. Türkiye’deki malzemelerin bazıları ekolojik çözümlere olanak vermiyor. Dolayısı ile çözüm ortaklarımızla bu süreci atlatıyoruz.
Sizce sürdürülebilirlik için tek başına yapının yeşil ya da akıllı olması yeterli midir?
B. K. : Hayata geçirdiğimiz binaların neredeyse tamamı kamusal binalar. Kamusal binaların aynı zamanda toplum üzerinde ve bulunduğu sosyo – ekonomik çevrede bazı sorumlulukları var ve bu sorumluluk aynı zamanda yerel yönetimlerin, kamunun, devletin de savunmaya çalıştığı gereksinimler. Yapının ekonomik ve uzun ömürlü olması, uzun süre bakım gerektirmemesi yada en az insan gücüne ihtiyaç duyan bir bakım ihtiyacı olması, kendi enerjisini üretebilmesi, kendine yetebilmesi, sonradan işletme masraflarının en az olduğu binalar yapma gayretimiz bulunmaktadır. Bu düşünce ile hayata geçirdiğimiz birçok proje vardır. Bunlardan bazıları; Doğu Anadolu kalkınma Binası (DAKA), Antalya Akvaryum Projesi ve Sivas Stadyumu diyebiliriz.
Bu duyarlılıkta yapılan binaların tek başına yeşil yada akıllı olması yetmemektedir. Yapı kullanım sürecinde kullanıcılarında o bilinçte yapıya yaklaşımı önemlidir.
Kentin yeniden yapılandırılması ve işlevlendirilmesi alanında akademik çalışmaları bulunan biri olarak “Kent” kavramı sizin için ne ifade ediyor? Kent dokusunun oluşturulması ve korunması açısından Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
B. K. : Kentin bizim baktığımız anlamda etkileşiminin yüksek olduğu, insanların birbirini anladığı , dinlediği, birlikte bir şeyler ürettiği ve yaşadığı bir alan. Bizler de kent dokusuna katkıda bulunduğumuz her projeyle kente ve kentliye dokunuyoruz. Türkiye’de kente verilen değer maalesef zaman zaman rantın ön plana çıkması ile değişmektedir.
Aslında kentsel dönüşüm günümüz şartlarında olmazsa olmaz bir gereklilik durumunda. Fakat bizde pozitiften çok negatif bir çağrışım uyandırıyor. Kimileri yapılmasına bile karşı çıkabiliyor özellikle tarihi dokusu olan mahallerde. Sizce bunun nedeni nedir? Türkiye’de çok doğru yapılamıyor mu acaba bu iş? Bu konuda mimarlara düşen görev ve sorumluluklar nelerdir? Nasıl bir iyileştirme süreci izlenmeli?
B. K. : Dünyanın birçok ülkesinde olduğu kadar, Türkiye’deki mimarlık ortamında da kentsel dönüşüm kavramı üzerinde çeşitli tartışmalar görülmektedir. Dönüşüm aslında özünde kentsel sorunlara çözüm üretmek, değişime uğrayan bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamak için önemli ve anlamlıdır. Ancak Türkiye’de maalesef bu süreç hem mevcut alandaki insanların katılımına çok kapalı hemde tasarım anlamında kenti ileriye götüren bir durumdan uzak olduğu için sizinde bahsettiğiniz negatif bir çağrışımı uyandırıyor.
Mimarlar olarak bizler, Kentsel dönüşüm projelerinde; alanın fiziksel çöküşü durdurmak ve tarihi dokunun sürdürülebilirliğini sağlamak, ekonomik yaşamı canlandırmak, mimarlık ve kentsel yaşam kalitesini arttırmak ve belki de en önemlisi yerin kültüre dayalı dinamiklerini harekete geçirmek için dönüşüm sürecine her ölçekte ilgili aktörlerin katılımını sağlayarak bunu başarmalıyız.