TAGO MİMARLIK : “Gerçek estetik zamansızdır.”

0 5.601


Bize biraz kendinizden ve Tago Architects ofisinin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?

G. A. A. : Tago Architects, Gökhan Aktan Altuğ ve Tatsuya Yamamoto öncülüğünde 1995 yılında kuruldu ve ismimizden de anlaşılacağı gibi baş harflerimizden oluşan bir isim aldı. Daha sonraki yıllarda ailemiz giderek büyüdü. Tatsuya Bey’le akademisyenlik hayatımıza son vererek, mesleğimizi pratikte yapma kararı verdik. Mesleğe başladığımız yıllarda bugünkü kadar geniş iş potansiyeli yoktu. Genç mimarların işi şimdiki kadar kolay değildi. Bu sebeple kendimizi ifade edebilmek için maddi ve manevi bir hayli mücadele verdik. Bu mücadelemizdeki başarıyı sabırlı olmamıza ve dayanışmamıza bağlıyorum.

Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdir? Mimarlık dışında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu hiç?

G. A. A. : Mimarlık küçük yaşlardan beri karakter yapıma, yeteneklerime en uygun ve tutkuyla bağlandığım bir meslekti. Küçük yaşlarda görsel sanata olan düşkünlüğümde bu eğilimim etkili olmuştur. Mimar olmasaydım bir şekilde resim veya heykel sanatının bir köşesine tutunmuş olacaktım.

Ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz?

G. A. A. : Kuruluşumuzdan bu güne mimari ve iç mimari alanlarda 700’ün üzerinde proje tasarımımız ile birlikte farklı ölçek ve tipolojide ürünlerimiz bulunuyor. Bizim gibi 20 yılı aşkındır, alternatifleriyle birlikte belki de 1000’den fazla tasarım üretmiş bir firma için en önemli konu tekrara düşmeden, aynı amatör heyecanla tasarım üretebilmek. Öte yandan, bu sanatı yaparken akıl ve yapılabilirliği de önde tutmaya çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi her proje ayrı ihtiyaçlar barındırır. Bazılarında derinlemesine mekân kurgusunu ele alırken, bazılarında temel ekonomik faydaları gözetmek zorunda kalıyoruz.

En önemlisi de, belli bir dönemin tasarım esinlerini taşıyan bir tasarım anlayışımız yok. Bilakis gerçek estetik zamansızdır. “O zaman bu modaydı” gibi bir savunmanın arkasına sığınmayan, kütlesel etkisini bağlamıyla mimarca uyuşturan zamansız tasarımlar elde etme gayretindeyiz. Mimarlıkta ‘Zamanın ruhu’ kavramını biraz uzun soluklu ele almak daha doğru; çünkü yapı yaşam döngüsü gereği birden fazla nesli etkiler.

Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre yapıyorsunuz?

G. A. A. : Mesleki başarımız benimle birlikte Tago Architects’e gönül vermiş arkadaşlarımdan kaynaklanmaktadır. Özellikle uzun yıllardır ailemizin temel unsuru olmuş arkadaşlarımın bu süreçteki katkısı ve başarısı büyük. Teknik kadromuzda yaklaşık olarak 120 kişi yer alıyor. Ofisimiz temel olarak üç ana bölümden oluşuyor; konsept – tasarım, tasarım – uygulama ve saha uygulaması.

Yeni bir projeye başladığınızda nasıl bir süreç izliyorsunuz? Projelerinizi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar nelerdir?

G. A. A. : Üretimlerimizin odağındaki felsefenin; özellikle malzemeden arınmış, taşıyıcısı ve kabuğu ile bütünleşik, geometrik etkisi ile kendini ifade eden, inovatif ve bulunduğu bağlama değer katan yaklaşımlarla tasarım yapmak olduğunu söyleyebiliriz. Ek olarak tasarımlarımızın günümüz yaşam ihtiyaçlarını karşılayan, evrensel tasarım ve konfor değerleri ile bütünlemiş olması bizim için çok önemli.

Sizce iyi bir tasarımın sahip olması gereken nitelikler nelerdir?

G. A. A. : Benim için iyi bir tasarım demek, modadan etkilenmeyen, zamanı olmayan, her dönem oranlarıyla ve estetiğiyle dikkat çeken, fonksiyon ve malzeme olarak eskimeyendir.

Hem Türkiye’de hem yurtdışında projeler yapan bir mimar olarak Türkiye ile yurtdışı arasında mimari ve mimari yaklaşım açısından ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gözlemliyorsunuz?

G. A. A. : Ne yazık ki, ne yurt dışını ne de yurt içini ‘yerine özgü’ lük çemberinden çıkarmak zor. Hele ki alışılmış olan bir bölgeden diğerine geçerek üretim yapmaya çalışan bir firmayla yola çıkmak herkes için ayrı bir deneyim oluyor.

Bu noktada ‘Doğu kültürü’ ve ‘Batı kültürü’ şeklinde beylik ayrımlar da yersiz kalabiliyor. Yurt dışında bazı ülkelerin yapı üretimleri tamamen başka bir ülkeden ithal olabiliyor. Bazı ayrımlar mevcut. Ülkemizde ne istediğini tam olarak belirleyerek yola çıkacak kadar uzun soluklu ekonomik bir ortam yok. Sürekli iniş ve çıkış beklentisi içinde her sene arz ve talep kullanıcının değil, alıcının trendlerine göre değişiyor. Projelere ayrılan geliştirme süreleri çok kısa kalıyor ve proje için ayrılan süre kayıp zaman olarak nitelendiriliyor. Oysa yurt dışında özellikle de Avrupa’da proje üretilirken size ne istediklerini tam olarak anlatan bir brifle geliyorlar. Projenin amacı ve hedefi belirlenmiş oluyor. Kararsızlık içinde sürekli revize edilmediğinden son ürün kalitesi yüksek oluyor. Yapılar satmak için değil üretmek için ele alındığında nitelikli oluyor. Bakın bugün birçok üretim kültürünü benimsemiş köklü inşaat firmalarımız var. Geriye dönük üretimleriyle gurur duyanlar kullanıcı memnuniyetiyle ileriye gidebiliyor.

Bu noktada tasarıma yaklaşım açısından bizde, yurt içi ya da yurt dışında bir farklılık bulamazsınız. Zaten mimarinin temel problematiği bağlamdır. Her anlamıyla bağlamı doğru değerlendirdikten sonra tasarım hedefi her seferinde ilkmiş gibi heyecan duyarak konuyu ele almaktır. Amacına uygun, ekonomik maliyet ve alım ilişkisi doğru kurulmuş, verimliliği her açıdan değerlendirilmiş ve teknik yeterliliği verilen amacı karşılayan bir ürün elde etmektir.

Genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?

G. A. A. : Mimarlık, mimarın heyecanını ve hevesini doğrudan yansıttığı bir alan. Hiçbir zaman en üst noktasına ulaşılmayan, hep tırmanılan basamaklardan oluşuyor. Bu sebeple, mesleklerinde amatör ruhu kaybetmeyip, bu ruhu her işlerine yansıtmayı hedeflemelerini öneririm.

Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğunuz projeler arasında sizi en çok heyecanlandıran, etkileyip yansıttığını düşündüğünüz proje veya projeleriniz nelerdir? Bu projelerinizden biraz bahseder misiniz?

G. A. A. : Her projenin kendine özgü bir yaratım, ardından da yapım süreci oluyor. Geçmişe dönüp baktığımızda az önce bahsettiğim heyecanı her projede farklı evrelerde yaşadığımızı görüyoruz. Bu sebeple hem konsept önerisiyle hem inşaat sürecinde yaşadıklarımızla birbiriyle karşılaştırılmayacak özgün işler haline geliyorlar. Bazen yaşadığımız teknik problemler ve onu çözme gayreti bile bir projeyi unutulmaz yapabiliyor.

Son olarak “Kent” kavramı sizin için ne ifade ediyor? Kent dokusunun oluşturulması ve korunması açısından Türkiye’deki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iş burada doğru yapılabiliyor mu? Bu konuda bir mimarın üzerine düşen sorumluluklar nelerdir?

G. A. A. : Gayrimenkul sektörünün karlı olduğu düşüncesi başka sektörden aynı kazancı sağlayamayacağını düşünen birçok yeni girişimciyi de bu sektöre çekiyor. Oysaki gayrimenkul dalı inşaat sektörünün bir parçasıdır. İnşaat sektörü uzun vadeli yatırımlarla karlılık oranını arttıran, ciddi bir kurum kültürüyle bu oranı koruyan bir alan. Bu alanda üretim yapma alışkanlığı olmayan girişimcilerin karlılık oranını arttırma adına yaşama alanlarını sadece ticari bir gözle değerlendirmeleri, kent ve insan ölçeğinde ciddi sorunlara sebep oluyor. Kenti bir rant aracı olarak değil, insan yapımı bir yaşam alanı olarak algılayan bir bakış acısına ihtiyaç duymaktayız. Mimari projelerde özellikle gayrimenkul sektörü için üretilen işlerin tasarım kalitesi ancak plastik bir değer ifade ediyor. Mimari tasarımın, benzer makyajın farklı içeriklerle uygulanması olduğunu düşündürten yaklaşımlara tanık oluyoruz. Oysa gerçek mimari değer sadece kullanıcısı için değil kente de dokunan, o yapının orada var olacağı süre boyunca oluşturacağı değeri de içermeli. Mimar olarak bizim üstlenmemiz gereken sorumluluk geliştiricinin beklentilerinin projeye yansıtılması ve bu evrede çevresel ve ekonomik değerlerin mimarca değerlendirilip sentezlenmesi.

DCIM100MEDIADJI_0866.JPG

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.