GMW MIMARLIK: “Mimarlık sadece bir meslek değil, sanat ağırlıklı bir yaşam stilidir.”
Bize kendinizden ve GMW MIMARLIK ofisinin Türkiye’de kuruluş hikayesinden bahseder misiniz? Londra’da bulunan GMW Partnership ile yollarınız nasıl kesişti ve orada kurulan ortaklıktan bugüne nasıl geldiniz?
A. E. Ö. : ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde öğrenimimi sürdürürken 1970 yaz aylarında Londra’da staj yapmak amacıyla başvuru yaptığım ve kabul edildiğim bir kaç firma arasından modernist projelerini mimari dergilerde görüp çok beğenmiş olduğum Gollins Melvin Ward firmasını seçmiştim. ODTÜ’den 1971’de mezun oldum ve kısa bir süre Ankara’da çalıştıktan sonra 1972 yılında Londra’ya yerleştim ve aynı büroda çalışmaya devam ettim. O tarihten beri başka hiç bir yerde çalışmadım, 1991’de firmanın dördüncü kuşak 3 ‘Senior Partner’ınden biri oldum.
Türkiye’de ofis açmaya nasıl karar verdiniz? Sizce Londra deneyimi hayatınızı ve kariyerinizi nasıl etkiledi? O süreçte deneyimlediğiniz zorluklar neler oldu ve bu zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
A. E. Ö. : 1997 yılında yarışma projesini kazandığımız İstanbul Atatürk Havalimanı Yeni Dış Hatlar Terminali’nin uygulama projesini gerçekleştirmek üzere şantiyede kurulan ofiste Londra büromuzdan getirdiğim mimarlar ve İstanbul’da kadromuza katılan çok sayıda Türk mimardan oluşan bir ekiple çalışmaya başladım. Projenin 22 ay gibi rekor bir sürede başarı ile tamamlanmasından sonra 2000 yılında GMW MIMARLIK şirketini kurdum. 2005 yılına kadar İstanbul büromuzun yönetimi ile birlikte Londra büromuzdaki ‘Senior Partner’ pozisyonumu da sürdürmeye devam ettim, 2005 yılından itibaren ise sadece İstanbul büromuza konsantre oldum. GMW MIMARLIK bugün 3 ortak ve 35 kişiden oluşan kadrosuyla ve özellikle havalimanı terminali projelerinde lider bir firma olarak faaliyetini sürdürüyor.
Londra’da geçirdiğim 45 yıla yakın süre tabii hayatım ve kariyerimi çok önemli ölçüde etkiledi. Ben çok şanslı bir insanım; 1960’lı yıllardaki ODTÜ’de aldığım eğitim beni aslında dünyanın neresinde olursam olayım büyük çapta proje deneyimlerine hazırlamıştı. Londra’ya yerleşmeye karar verdikten sonra sosyal, kültürel ve profesyonel yeni çevreme çok çabuk uyum gösterdim ve meritokratik İngiliz ortamında hiç bir gün kültürel veya profesyonel zorluklarla karşılaşmadım.
Meslek seçiminizden önce ya da sonra farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?
A. E. Ö. : Ben orta eğitim sürecinde maalesef bilinçli yöneltilmemiş bir nesildenim. Lise eğitimini takiben aile telkini ile ilk önce çok kısa bir süre tıp fakültesini denedim, sonra ‘hariciyeci’ olma hayallerini gerçekleştirmek amacıyla Siyasal Bilgileri, daha sonra ODTÜ’de bir yıla yakın mühendislik eğitimini takiben, adeta ‘trial and error’ yöntemiyle güzel sanatlar ve mimariye olan ilgi ve yeteneklerimin farkına vardım. Yeni baştan üniversite giriş sınavlarına girip ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ne girmeyi başardım. Hiç de pişman olmadım (özellikle bu sayede dünyanın pek çok değişik ülkesinde çalışma fırsatını yakaladığım için çok mutluyum).
D. D. : Benim de bir yıl ODTÜ Makine Mühendisliği maceram oldu. Birinci sınıftayken bilinçli bir tercih ile mimarlığa yatay geçiş yaptım ve sonrasında başka bir meslek düşüncem hiç olmadı. Bir yıl mühendislik okumanın mimarlığa katkısını da sonradan çok hissettim.
P. I. : Çocukluğumdan beri mimar olmak istemiştim ve bir gün bile pişman olmadım. Aslında bizim biraz şanslı olduğumuzu düşünüyorum, ben GMW MIMARLIK’ta çalışmaya tam 19 sene önce başladım, ilk günden itibaren Ali Bey’in sağladığı ve bizim de devam ettirmeye çalıştığımız son derece etik bir çalışma şeklimiz var. Çok nitelikli ve keyifli projeler yapıyoruz ve aldığımız keyif ofis içerisindeki ortamımıza da yansıyor. Bazen Dicle ile burası bir fanus da deriz, zor zamanlarımız da oldu ama şartlarımız ne olursa olsun tasarım prensiplerimize uymayacak binalar yapmayı, işverenlerin imkânsız sürelerde istediği projeleri yapmayı reddedebildik.
Yurtdışı temelli bir ofis olmanız çalışma disiplininize, sistematiğinize ve tasarım anlayışınıza farklı bir perspektif kazandırmıştır muhakkak. Bu açıdan ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz? Projelerinizi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar nelerdir?
D. D. : Başlangıçta İngiltere’den aldığımız 70 yılın tecrübeleriyle oluşturulmuş sistemi zaman içinde geliştirerek ve günümüzün ihtiyaçlarına uygun şekilde adapte ederek devam ettiriyoruz. Yeni ihtiyaçlara göre ve önceki projelerde gözlenen problemlere göre her yeni projede tekrar gözden geçiriyoruz.
Sistem konusunda oldukça katıyız, tüm projelerimiz kişisel tercihlerden bağımsız olarak aynı sistemle üretilir. Sistemle ilgili herhangi birimizin bir değişiklik ihtiyacı veya önerisi olduğunda bu hep birlikte gözden geçirip eğer uygulanabilir bir öneri ise tüm ofis sistemi bu doğrultuda revize edilir.
Tasarım felsefesi ise yurtdışı temelinden ziyade belki biraz da tüm ortakların ODTÜ’lü olmasından kaynaklanan, rasyonel, genellikle fonksiyonun forma yansıtıldığı, kullanıcı konforu ve ihtiyaçlarını dikkate alan, kimlik sahibi, sade ve rafine olmayı amaçlayan bir felsefedir.
Ekip yapınızdan bahseder misiniz? Ekibinizde kaç kişi yer alıyor?
D. D. : Tamamen mimarlardan oluşan 35 kişilik bir ekibiz. Kendi içimizde farklı yetenek ve özellikleri olan arkadaşlarımızdan projelerin boyut ve niteliklerine uygun ekipler kurarız. Ekip içerisinde herkesin görev ve sorumlulukları belli olmakla birlikte geçici sıkışıklıklarda herkes diğerine destek olur. Bilgi kirliliği yaratmadan paylaşımına önem veririz. Tüm konularda en az iki kişi bilgi sahibi olur, bir kişinin kısa süreli yokluğu proje gidişatını etkilemez.
Birlikte çalışan ortaklar olarak, projelere yaklaşımınızdan ve tasarım sürecinizden kısaca bahseder misiniz?
P. I. : Dicle ile ben genellikle ofisin güncel projelerini paylaşır ve projelerin idari veya mimari tüm detaylarıyla birebir ilgileniriz, Ali Bey ise tüm projelerde yine hem idari hem de tasarım anlamında daha üstten bir yaklaşımla bize destek olur. Tasarım süreci projeden projeye göre farklılıklar göstermekle birlikte genellikle önce belirlenen proje ekibi ile proje ihtiyaçları ve genel yaklaşım konuşulur, buna uygun olarak ayrı ayrı veya birlikte öneriler getirmeleri istenir. Getirilen önerileri birlikte değerlendirip geliştirilmeye değer olanlar üzerinden devam ederiz. Proje ihtiyaçları ile birlikte, binanın nerede hangi şartlarda uygulanacağı, inşaat süreleri, maliyetleri de göz önüne alınarak bir başlangıç yapılır. Yani Etiyopya’nın bir köyünde inşa edilecek bir tren istasyonu tasarlarken düşüneceğimiz kriterler İsviçre’de bir tren istasyonu için düşüneceklerimizden çok daha farklı olur. Sadece iklim ve yerel mimariyi değil, yapılabilirlik konularını da düşünmek zorundayız. Yaptığımız tasarım ne kadar mükemmel olursa olsun, doğru uygulanamayacaksa zorlamak yerine o bölgede verilen sürelerde, bulanabilecek malzemelerle doğru uygulanabilecek bir tasarıma gitmek gerekiyor.
Bugün hem Türkiye’de hem yurtdışında projeler yapan bir ofis olarak, Türkiye ile yurtdışı arasında mimari ve mimari yaklaşım açısından ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gözlemliyorsunuz?
A. E. Ö. : Hem çok benzerlikler hem de çok büyük farklılıklar var. Teknolojik yönden artık bu farklılıklar çok azalmış durumda. Asıl fark kültürel ve ekonomik. Uluslararası işverenlerle, uluslararası projeleri gerçekleştirme fırsatını yakalarsanız profesyonel varlığınız, kaliteye özeniniz takdir ediliyor. Mimar yurt dışında genel olarak işverenin/yatırımcının saygı duyduğu ve projeyi yönlendiren en önemli ekip üyesidir, işverenin sağ koludur. Türkiye’deki eğilim, bütçe ve zaman odaklı olduğu için mimar gün geçtikçe önemini yitiriyor ve karar verici olmaktan uzaklaştırılıyor.
Büyük ölçekli, farklı tipolojide birçok başarılı projede imzanız var ancak ağırlıklı olarak ulaşım yapıları üzerinde uzmanlaşmış bir ofissiniz. Ulaşım projelerinin ne tür dinamikleri bulunuyor? Geçmişten günümüze ulaşım yapılarının tasarım anlayışında neler değişti? Bu değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
A. E. Ö. : Havalimanı terminal tasarım kriterleri aslında çok nettir, yolcu konforunu ön plana alan ama aynı zamanda işlevsellikten de ödün vermeyen çevreci bir yaklaşım gerektirir. Biz bu genel kriterleri en uygun şekilde bir araya getirdiğimiz için tasarladığımız havalimanları arka arkaya her yıl ödül alıyor. Esnek, büyütülebilir, modüler bir yapı ile gün ışığını optimize ederek yolcunun her zaman nerede olduğunu net bir şekilde kavrayabileceği, her bir prosesten sonra bir sonraki gitmesi gereken noktayı, yönlendirme levhalarına çok da gerek duymadan, rahatlıkla anlayabileceği ve bu nedenle kendisini rahat hissedebileceği şeffaf ve net mekânlar yıllar içinde imzamız haline geldi.
P. I. : Öncelikle yolcuların demografisi değerlendiriliyor, mesela Riga gibi bazı havalimanları, havaalanını daha çok ticari amaçlarla çok sık kullanan ve ne yapması gerektiğini çok iyi bilen genç kullanıcılar tarafından kullanılırken, Medine gibi bazıları da belki de hayatlarında ilk kez hacı olmak için uçan, yabancı dil bilmeyen yaş ortalaması yüksek yolcular tarafından kullanılıyor. Bazı havalimanları turistik bazıları da transfer ağırlıklı olabiliyor. Her birinin bu demografik özellikleri dikkate alınarak farklı yapıda tasarlanması gerekiyor.
Yolcuların belli bir sırayla yapmaları gereken çeşitli işlemler ve zaman kısıtlamaları değerlendiriliyor, bunlara göre bekleme süreleri, işlem süreleri de göz önüne alınarak kapasite hesapları yapılıyor, kuyruk alanları değerlendiriliyor. En az yürüme mesafesi, en az kat değiştirme, bir sonraki işlem alanını önceden görüp erken karar verebilme gibi, dış mekanla görsel ilişkinin kopmaması ve bu sayede doğru yolda olduğundan emin olma gibi yolcu konforunu arttıracak, stres seviyesini azaltacak çok çeşitli önlemler alarak mekanları kurguluyoruz.
D. D. : Stres seviyesi her işlem için değişken oluyor; en fazla olduğu yerler olan pasaport kuyrukları ve uçağa binmeden önceki son nokta olan bekleme salonlarında yolcuyu rahatlatacak mekânsal önlemler alınması gerekiyor. Stres seviyesinin en düşük olduğu pasaport sonrası alan da yolcuların en fazla vakit geçirebildikleri yer olduğundan, ticari üniteler için en uygun nokta olduğunu söyleyebiliriz. Ticari üniteler için yolcu ayak izi dediğimiz en fazla yolcunun geçtiği alanlar değerlendirilir, öte yandan uçuş öncesi fobisi olanlar için de hava tarafından kolaylıkla sağlık merkezine ulaşım sağlanmalı.
A. E. Ö. : Ayrıca terminal binaları bir ülkeye girişte ilk ve son görülen yer olduğu için çoğu kişinin ülkeyle ilgili algısını da etkilediğinden çağdaş ve akılda kalıcı tasarımlar yapıyoruz. 1990’ların başına kadar havalimanı terminalleri, yolcunun sadece uçuş için geçmek zorunda olduğu ama aynı zamanda bulunduğu ülkenin kapısı olması dolayısıyla da prestij binaları iken, 2000’lerin başında ticari faaliyetler önem kazanmış, havalimanları bir nevi alışveriş merkezleri haline gelmişti. “Yolcu”nun “müşteri” olarak görüldüğü dönem de bu dönemdir. Günümüzde ise havalimanı terminalleri, özellikle de transfer amaçlı kullanılan “hub” dediğimiz büyük terminaller için, artık gidilmesi ya da uğranması tercih edilen ve planlanan binalar olarak değerlendiriliyor.
D. D. : Buna bağlı olarak da “yolcu” artık “misafir” olarak görülüp psikolojisi, konforu ve terminalde geçirdiği zamanın kalitesi her şeyin üzerinde değerlendirilmeye başlandı. Artık terminal binalarının içinde kelebek bahçeleri gibi rahatlama, eğlence, spor ve sanat için alanlar ayrılıyor.
Bu değişimle birlikte çevreye verilen önemin de artmasıyla yakın zamana kadar bir terminalin hizmet kalitesi kişi başına düşen alan ile doğru orantılı olarak ölçülürken, artık alandan çok mekan kalitesi ve sürelerle ölçülüyor ve büyük alanlar yerine optimum alanlar tavsiye ediliyor.
P. I. : Ayrıca eskiye göre çok daha fazla özen gösterdiğimiz erişilebilirlik, cinsel eşitlik, yerel farklılıklar ve ihtiyaçlar mimari projelere de yansıyor. Teknoloji alanındaki gelişmeler de daha önce bahsettiğimiz gibi farklı şekillerde tasarımlarımızı etkiledi.
Teknoloji ilerledikçe ve teknoloji kullanımı yolcular tarafından arttıkça terminal binalarındaki diğer bazı alan ihtiyaçlarında küçülmeler söz konusu oluyor. Evden yapılan on-line ve self service check-in işlemleri personel sayısını azaltırken, diğer yandan da işlemler daha hızlı olduğu için check-in bankosu adetleri azalarak check-in salonu boyutları da küçüldü. Pasaport kontrolünde biyometrik sistemlere geçildiği için benzer durumlar oluştu; banko adedi ve dolayısıyla da alan ihtiyaçları azaldı. Gelecekte elektronik ve/veya biyometrik işlemlerin hızla yaygınlaşmasına paralel olarak, bazı proses alanlarının çok daha fazla küçülmesi öngörüldüğünden, ileride bu mekanların ne amaçla kullanılabileceğini, yeni projelerimizde tasarım aşamasında değerlendirmek durumundayız. Bu arada uçuş güvenliği ile ilgili tehditler karşısında değişen stratejilere bağlı olarak teknolojik önlemler de gelişiyor.
A. E. Ö. : Sonuç olarak, bugüne kadar çok fazla değişiklik oldu ve olacak, bu nedenle mümkün olduğu kadar esnek mekânlar kurgulamak da tasarımı yönlendiren en önemli unsurlardan biri olmaya devam edecek.
Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
A. E. Ö. : Kendinizi, yeteneklerinizi, tutkularınızı çok iyi değerlendirin ve mimariyi sadece bir iş/meslek olarak değil, sanat ağırlıklı bir yaşam stili olarak seçiyorsanız bu yolu takip edin. Ancak böyle başarılı ve mutlu olursunuz.
D. D. : Öncelikle mimarlık eğitimi almış herkesin mimar olmak zorunda olmadıklarını hep akıllarının bir köşesinde tutmalarını önerebiliriz. Mimarlık eğitiminin sadece mekân ve bina tasarımı ile sınırlandırılmayan, aksine çok boyutlu düşünme ve farklı açılardan bakabilme yetisi kazandıran bir eğitim olduğuna -ya da olması gerektiğine- inanıyoruz. Bu nedenle tamamen farklı alanlarda çok çok başarılı olabilirler ki bunun da pek çok örneği var. Mimar olmayı seçmiş gençler için ilk olarak söyleyebileceğimiz şey ise mimarlığın pek çok farklı disiplin ve alan ile iç içe olmasına bağlı olarak sürekli gelişime, değişime ve öğrenmeye açık olmaları gerektiği. Bu zamana kadar 18 tane havalimanı projesinde bulunmamıza rağmen “terminal planlaması hakkında her şeyi biliyoruz” asla demeyiz çünkü her birinden yeni şeyler öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Ekibimizdeki genç arkadaşlarımıza proje içindeki görevleri ne olursa olsun hep o projenin bütününü takip etmelerini öneririz ki kazanımları da sadece çalıştıkları konu ile sınırlı kalmasın.
P. I. : Ayrıca kariyerinin başında olan arkadaşlar sorumlulukların verilmediğini, aksine alındığını, hiç unutmasınlar.
Son olarak, ofisinizin sürdürülebilir ve yeşil tasarıma bakışını nasıl tanımlarsınız? Araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalarınızı Medine Prince Mohammed Bin Abdulaziz Havalimanı projeniz üzerinizden anlatır mısınız?
P. I. : Havalimanı terminalleri kapladıkları büyük alanlar ile çok sayıda ve sürekli değişen kullanıcıları nedeniyle çevre konusunda en dikkatli olunması gereken yapı tiplerinden biri. Henüz çevresel etki derecelendirme kurumları yaygın ve kriterleri bugünkü kadar gündemde değilken bile en önemli tasarım kriterlerimizden biri çevresel etkilerdi. Binanın zeminde kapladığı alan, güneşe göre yönlendirme, tasarımlarımızın geleceğe dönük olası değişikliklere göre esnek olması, doğal ışıktan en üst düzeyde faydalanma gibi makro konulardan başlayarak malzemelerin yakın çevreden temini, içerikleri, mekanik elektrik sistemlerde otomasyon, tasarruflu armatürler genellikle ilk yatırım ve işletme maliyetlerini de optimum düzeyde tuttuğu için tüm terminal tasarımlarımızda her zaman zaten kontrol altında tuttuğumuz konulardı.
D. D. : Son yıllarda çalıştığımız, Medine ve Riyadh havalimanları idare tarafından da talep edildiği için LEED kriterlerine uygun olarak tasarlandı. Medine Prince Mohammed Bin Abdulaziz Uluslararası Havalimanı Terminali projemiz, Amerika kıtasından sonra dünyada ilk Gold LEED sertifikasyonu alan havalimanı terminali projesi oldu. Ancak LEED henüz bölge ve yapı tipi açısından bize göre biraz eksik kalıyor, örneğin şehrin 20-30 km uzağında bir çölün ortasındaki havaalanına bisiklet parkı yaparak puan kazanabiliyorsunuz. Oysa 50 derece sıcakta, bisikletinin sepetine valizini atmış, 3 şeritli otoyolda havaalanına giden biri ancak absürt filmlerde görebileceğimiz bir durum. Yakın bir gelecekte bu kriterlerin bölge, iklim şartı ve bina kullanım amacına göre özelleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.