Motto Mimarlık: “Hayal edebilmek çok önemli ama hayal etmeyi istemek daha önemli”
Aviled Mimarım Sponsorluğunda World Architecture Community Ödülleri’nin 25. dönem tasarım kategorisinde Kalecik Kültür Merkezi ile ödül almış olan Motto Mimarlık ofisinin kurucularından Mimar Onur ÖZKOÇ ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bize kendinizden ve Motto Mimarlık ofisinin yolculuğundan bahsedebilir misiniz?
O.Ö. : Lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerimi Orta Doğu Teknik Üniversitesinde tamamladım. 8 yıl kadar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünde araştırma görevlisi ve yarı-zamanlı öğretim görevlisi olarak görev aldım. Akademiye halen TED Üniversitesinde yarı-zamanlı öğretim görevlisi olarak devam etmekteyim. Kurucu ortaklarımızdan Heves Beşeli de aynı şekilde okuldan arkadaşım, o da şu anda TED Üniversitesinde yardımcı doçent kadrosunda yer almakta. Ofisin kuruluş aşamasında, sene 2010 civarı, henüz yüksek lisans öğrencisiydim. Genellikle ofis kurma kararı bir yarışma ödülünden sonra veriliyor veya bir iş potansiyeli oluyor ve ofis açalım denilebiliyor, bizimki bu şekilde gelişmedi. Benim heyecanım ile başladı diyebilirim. Okuldan iki arkadaşımla birlikte henüz işimiz yokken yola çıktık. Akabinde ilk ayımızda bir hastane projesi yapma şansını elde ettik, ki yeni kurulmuş bir ofis için hem alınması hem de tasarlanması zor bir proje türüdür. Keyifli bir iş oldu ve sonrasında işler hep birbirini takip ederek günümüze kadar ilerledi.
Ofis olarak çok farklı ölçekteki projelere imzalar atıyorsunuz. Her biri birbirinden farklı olan bu deneyim sürecinde bazı projeleri daha çok sahiplenebildik dediğiniz projeler hangileridir, bize sebepleriyle anlatır mısınız?
O.Ö: Ölçekler arası geçmek gerçekten kolay bir iş değil. Bazen 300 metrekare bir alan söz konusu iken bazen 300 bin metrekare bir alan önümüze gelebiliyor. Bu işin bir boyutu mimar ise bir boyutu da işveren oluyor. Bu sebeple işverenin de projeyi sahiplenmesi çok önemli. Onlar ne kadar sahiplenirlerse, iyi olsun isterlerse biz de sahiplenebiliyoruz, en önemli konu bu. Biz bu konuda çok şanslıydık, hep işi çok sahiplenen ve ciddiye alan işverenler ile çalıştık. Yine de içlerinden en özeli ODTÜ Mimarlık Fakültesi için yaptığımız bir yenileme çalışması diyebilirim. Açık ihale yöntemiyle inşa edilecek bir iş olduğundan inanılmaz sayıda detay ve çizim üretmemiz gerekti. Bunun yanında çok keyif aldığımız ve aynı zamanda gurur duyduğumuz bir proje oldu. Aslında genellikle belli bir ölçeğin altındaki projelerde daha fazla detaya girebildiğimiz için sanırım bu tip projeleri bireysel olarak daha çok sahiplenebiliyoruz. Ölçek büyüyünce kentsel sorunlar ortaya çıkıyor, bunlara yönelik çözümler üretip tasarımı da yönlendirirken projeyi oluşturan tüm girdilerle tek başınıza ilgilenmeniz mümkün olmuyor. Ekipte bazıları fakülteden de arkadaşımız olan çok değerli mimarlar yer alıyor. Daha büyük ölçekli projelerde tüm detaylara hakim olacak şekilde projeyi onlar sahipleniyorlar. Proje ekibinin yapısına göre, örneğin aydınlatma armatürleri ile ilgili kararları proje ekibi alabiliyor. Üst ölçekteki bu projelerde konsept tasarımı sonrası Heves ve ben bir bakıma daha çok danışman gibi bir pozisyonda yer alıyoruz.
Ekip demişken, ekip yapınızın sürecinden bahseder misiniz bize, kaç kişisiniz?
O.Ö: İlk olarak 3 kişi başlamıştık. Şu anda Heves ve ben ortak devam ediyoruz. Ekip olarak ilk büyümemiz Türkmenistan’da yaptığımız projeyi aldığımızda oldu ve sayımız 10 ‘a yükseldi. O zamanlar bu sayı yönetilmesi zor gibi gelmişti fakat şimdi bakınca 10 kişilik bir ofis bence ideal bir sayı. Ankara’ da yer alan ilk etabı yaklaşık 1milyon metrekare alana sahip karma kullanımlı yapı projesiyle birlikte 20’li sayılara çıktık ve bence bu idaresi oldukça zor bir sayı; kurumsal bir yönetimle yürütülecek kadar yoğun değil; fakat butik bir ofisin yönetimi için de fazla. O süreçte yapının karma kullanımlı olması sayesinde örneğin otel kısmı ile bir ekip ilgileniyordu, başka bölümle diğer bir ekip. Süreci kontrol etmek yorucu ve zordu. Şu anda bitmek üzere olan 360 bin metrekare alana sahip bir projemiz var ve biz tekrar ideal sayıda butik bir ofis olduk diyebilirim.
Ofisinizi İstanbul’a taşımayı hiç düşündünüz mü?
O.Ö: Şu anda Ankara bize yeterli oluyor. Devam etmekte olan Sakarya, Bursa, Kütahya, Osmaniye yurtdışından da Çin yakınlarında bir projemiz var ve bunları Ankara’dan yönetmek mümkün. İstanbul tabi ki iş dünyasının merkezi, buranın da varlığını koruyarak İstanbul’da bir şube kurmak ileriye dönük planlarımız arasında var diyebilirim.
Mobilya tasarımı yaptığınız işleriniz var bu kendiliğinden mi gelişiyor, projelerinizi yapım aşamalarında kontrol etmeye nasıl bakıyorsunuz?
O.Ö: Yapım aşamasında kontrol, işverene çok bağlı bir durum oluyor. Kamu yapılarında projeyi yapıyorsunuz ve görev bitiyor. Özel işlerde ise yapım aşamasında kontrol bizden rica edilebiliyor, bazen de genellikle onların bu iş ile ilgilenen profesyonel ekipleri oluyor. Yapım aşamasında takip benim çok önemsediğim bir konu, sahayı görmek ve bilmek çok önemli. Sahada bulunup çözülmesi gereken bir sorunu bizim çözmemiz ile başkasının yorumlaması çok farklı sonuçlar doğurabiliyor. Mobilya tasarımına gelecek olursam o bizde daha çok bir merak gibi. Burada iç mimarlığın ne kadar değerli bir disiplin olduğunu kabul ederek başlamak gerekiyor. Başladığımız işi nasıl bitiririz diyerek projeyi ele alıyoruz. Çünkü dışarıda da görüyorum, çok güzel projeler bitiş hataları yüzünden olması gerektiği gibi olamayabiliyor. Bu, detaylarla ilgilenmemekten, malzeme birleşimlerine dikkatetmemekten veya umursamamaktan kaynaklanıyor olabilir. Mobilya tasarımı işi bizim için devreye o noktada giriyor. Her mobilya her mekanda aynı hissi vermediği için orada biz nasıl bir şey hayal ettiysek onu tamamlayacak bir şey üretmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla mobilya tasarımı tasarımın tamamlayıcı bir parçası olarak, ihtiyaç ekseninde ortaya çıkıyor.
Proje sürecinde en çok keyif aldığınız an veya anlar hangileridir?
O.Ö: Konsept tasarım tabi ki. (gülüyor) İkincisi de detayların ortaya çıktığı kısım. Projelerin bu iki noktasında daha faydalı olduğumu düşünüyorum. Bir de güzel olan bir diğer husus, örneğin işin başlangıcında bir zorluk oluyor ve bu bana daha çok hırs veriyor, şartları daha çok zorlamamı sağlıyor. Bu mimarlık eğitiminde de var. Hocalar bunu çok iyi bilir, çok iyi karakter analizi yapan hocalarımız var. Eğitim boyunca ‘yapamazsın’ ya da ‘yapabilirsin’ şeklinde motive edildiğimiz oluyor. Bu ‘yapamazsın’ durumu meslek hayatı boyunca karşılaştığımız bir şey. Bazen ustalardan, malzeme firmalarından veya işverenlerden gelebiliyor ve bununla mücadele etmek bazen can sıkıcı iken bazen keyifli ve enteresan olabiliyor.
Mimarlık mesleği ve kişinin karakteri konusuna nasıl bakıyorsunuz, sizce yetenek ve bilgiden bağımsız olarak meslekle ilintili mi?
O.Ö: Meslek ile karakter kesinlikle ilintili. ODTÜ’ de araştırma görevlisi olduğum yıllarda genellikle bölüm tanıtımlarına ben gidiyordum ve bu konu çok sık anlattığım bir konu idi. Karakterin parçası olarak da mimarlıkta olmazsa olmazın merak olduğunu düşünüyorum. Yetenek vardır ya da yoktur fakat meraklı olup işin nasıl yapıldığını öğrenmek istemek gerekli. Merak insanı bir şeyler yapmaya iten, motive eden, güçlendiren, çaresiz hissettiğinde geri toparlayan şey oluyor ve insanı bilgiye ulaştırıyor. Heyecan duyarak ‘daha iyi olur mu?’ sorusunu sormak çok önemli. Bir de hayal edebilmek çok önemli ama hayal etmeyi istemek daha önemli.
Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdir? Meslek seçimlerinizden önce ya da sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?
O.Ö: Aslında ailem sanırım doktor olmamı istiyordu, ben ise konservatuvara gitmek istiyordum. Lise ve üniversite dönemimde müzik grubum vardı, uluslararası anlaşma bile yapmıştık. İstanbul Filarmoni Orkestrası ile albüm yaptığımızda 21 yaşında idim. Sonrasında ise tercihim yine sanat ve tasarım ile ilgili bir dal olacaktı, endüstri ürünleri tasarımı, şehir ve bölge planlama mesela. Sonuçta mimarlık oldu. Bence Türkiye’deki çoğu hikaye de böyle gelişiyor. Olmak istediğiniz ve olduğunuz farklı olabiliyor. Kendi adıma çok uzağa düştüğümü düşünmüyorum.
Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
O.Ö: Öncelikle her şeyi biraz denemek çok önemli diye düşünüyorum. Şantiye görmek, ofis hayatı deneyimlemek, akademik olarak devam etmek, yurt dışı tecrübesi gibi çeşitlilikler gerekiyor. En önemlisi de güncel kalmak. Üretim biçimleri, tasarlama biçimleri ve uygulama metotları açısından güncel kalabilmek ofis olarak çok çaba gösterdiğimiz bir konu. Programlama dili bilmek çok önemli. Tüm bunlara ek olarak, artık herkesin parametrik tasarım hakkında en azından bir fikir sahibi olması gerektiğini düşünüyorum.
Keyifli bir sohbetti, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
O.Ö: Ben teşekkür ederim.