AS Mimarlık Ofisi: “Tutarlı, düzgün mimarlık yapmak ve bunun İçin çabalamak esas olmalı.”
Aviled Mimarım sponsorluğunda bu hafta AS Mimarlık Ofisinin kurucusu Y. Mimar Ayşin Sevgi KARAKURT’ un ofisine konuk olduk ve çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ayşin Hanım, bize kendinizden ve mimarlık mesleğindeki yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Meslek seçiminizden önce ya da sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu? AS Mimarlık Ofisi nasıl kuruldu?
A. S. K. : Burdur’da doğdum ve büyüdüm fakat annemin Ankaralı olmasından dolayı Ankara ile hep organik bir bağım vardı. Bu nedenle yarı Ankaralı sayılırım. Tatillerde çok sık Ankara’ ya gelirdik. Sevdiğiniz insanlar da bir yerde olunca gelme isteğiniz daha da artıyor, küçükken bir Ankara hayali ile büyüdüm. O zamanlar Ankara bana inanılmaz büyük bir şehir gibi gelirdi çünkü tek gördüğüm şehir Burdur idi. Ankara’ da Karum’ a geldiğim ilk gün ‘nasıl böyle bir yer olabilir’ diye şaşırdığımı hatırlıyorum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Burdur’da okuduktan sonra üniversite için Ankara’ya gelmiş oldum.
Mimarlığı seçerken hiçbir referansım yoktu. Ailemde veya Burdur’daki çevremde herhangi bir mimar ile tanışmadan mimarlık mesleğini seçmiş bir insanım. Neden seçtim derseniz; okulda sosyal ve aktif bir insandım, tercih ettiğim bölüm fen-matematik bölümü olduğu için o gruptaki en sosyal mesleği seçmeye çalıştım. Mimarlık bana insanlarla ilişki kurabileceğim bir alan gibi geliyordu, aslında yapı, tasarım gibi konuları düşünmeden böyle bir tercih yapmış oldum.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde eğitimime 1996 yılında başladım. 2000 senesinde de mezun oldum. Üniversitedeki ilk senem çok zordu. Örgün öğretimden gelip, ezberle ders çalışan insanlar için bambaşka bir dünyaya girmek gibi mimarlık eğitimi. İkinci senenin sonunda özellikle konut tasarımı yapmaya başladıktan sonra kendimi mimarlığa daha yakın hissettim ve sonrasında çok sevdim tabii. Üniversiteyi bitirip, tekrar geri dönüp baktığımda fakültenin önemini çok daha iyi anlıyorum. Ne kadar büyük bir fırsat aslında. Lisede okuduğumuz okullara hiç benzemeyen stüdyo düzeniyle, arkadaşlığın da, o şekilde çalışmanın da bambaşka bir boyutta olduğu, inanılmaz güzel bir ortam. Ben tam 17 yaşında girdim üniversiteye. Hazırlığı lisede okumuştum. Üniversiteyi 4 senede bitirmeye çok çabaladım. Aslında geriye dönüp baktığımda buna gerek yokmuş diyorum çünkü mimarlık böyle bir bölüm değil. O zamanlar bize okuldan mezun olmak çok önemli geliyordu, sınıf geçme mantığı ile üniversite okuduk. Diğer taraftan Burdur’dan gelmiş bir genç olarak hayatı algılamakta zorlanıyordum o zamanlar fakat çok güzel bir dönemdi, fakültemiz çok özellikli idi, hocalarımız çok iyiydi, keşke sınıf geçme ve okul bitirme odaklı olmayıp mesleği algılamaya yönelik bir süreç yaşasaymışım.
Stajlara değinecek olursam; ilk sene stajımızı Bursa Cumalıkızık’ta restorasyon çalışması olarak yapmıştık. Orada kendi tuvaletlerimizi kendimiz yapıp, kendi yatakhanelerimizi kendimiz düzenleyip, köy evinde köy kadınlarının yaptığı yemekleri yiyerek, akşamları köy kahvesinde arkadaşlarla oyun oynayarak geçen bir dönem yaşamıştık. Turist de çeken bir köydü, frambuazı çok meşhurdu hatırlıyorum, çok eğlenmiştik ve çok güzel arkadaşlıklar kurmuştuk. Şantiye stajımı Antalya’da bir otel şantiyesinde yaptım. Ofis stajımı ise Ragıp Buluç’un yanında yaptım. Mezun olmadan hemen önce bir hocamın desteği ile Üçgen İnşaat firmasında farklı noktalarda bulunan bankaların revizyon projelerinde çalışmaya başladım. İlk kez para kazanmak adına çok güzel bir deneyimdi.
Üniversiteyi bitirdikten sonra yapmak istediğimin ne olduğu ile ilgili net bir düşüncem yoktu, gazete ilanı ile bir işe girdim. Burdur’dan gelmiş olmam ile ilgili sanırım, sadece bir yerde çalışıp para kazanmam gerektiğini düşünüyordum. Askeri birliklere proje üreten ve inşaat yapan bir firmada işe başladım. Özellikle iş hayatını tanımam ve ticaret hayatını öğrenmem açısından çok öğretici bir işti çünkü mimarlık kısmı benim için işin kolay tarafıydı, belli şablonlar üzerinden ilerliyorduk. Bir işvereni tanıma, isteklerini anlama, algılama, birebir onunla iletişimde olma konuları açısından orada çok şey öğrendim. İki mimardık, tüm sorumluluk bende idi. İşverenlerimiz işin başında olduğu için başından sonuna kadar tüm sürece hakim olduğumuz bir çalışma dönemi oldu. 4 yıl orada çalıştım. Çok yoğun bir tempoydu, çok yorulduğumu hatırlıyorum. Oradan en son ortak olarak ayrıldım ve kendi ofisimi kurmaya karar verdim.
Süreç içinde bu işte kendimi nasıl var edebilirim diye düşünmüştüm. Maalesef Türkiye’de kurumsal düzeyde mimarlık ofisi çok az. O zaman daha da az idi. Bir ofise girip, o ofiste yer edinip, belirli bir konuda uzmanlaşıp, uzmanlaştığı konuda şef olup bu şeflikten sonra ortaklığa erişen mimar sayısı bence çok azdır.
Biz hep proje yapma motivasyonu ile eğitildik. Benim de ilgim o yönde idi. Bir şantiyeci olmayı ya da malzemelerle ilgilenmeyi hiç bir zaman düşünmedim, başka bir iş yapmayı da düşünmedim. Mimarlık fakültesinden çıkıp değişik işlerle ilgilenen insan sayısı da çok fazla, çok uç noktalarda işler yapan, örneğin bankacı olan da var. Ben hep proje üretmek istedim, sanırım bunu çok iyi aşılamışlar bana. Üniversiteden iki arkadaşımla beraber bir ofis kurduk.
Ofis açma süreci çok sancılı bir süreç. Hayatımın en zor dönemiydi diyebilirim. Çok çalışıyorduk, tanıdığımız kimse yoktu, yarışmalara katılıyorduk, para kazanmak için önümüze ne ölçekte, ne tipte proje gelirse yapmaya çalışıyorduk. Yaşın da verdiği gayretle ve kendi ofisimize sahip olma motivasyonuyla ilerliyorduk. Zor senelerdi fakat bir ofis kurmak, ofisin her şeyiyle ilgilenmek, tüm iş görüşmelerinden çizimlere, ofisin temizliğinden çayımızı demlemeye kadar her detayı kendimiz yapıyorduk, hakikaten zordu. İş sürecinin sürünme dönemini orada yaşadım diyebilirim.
Şu anda bakıyorum 12 sene geçmiş, nasıl geçtiğinin hiç farkında değilim. Üç arkadaş olunca nispeten kolay oluyordu. İlk senenin sonunda bir arkadaşımız ayrıldı, daha önce serbest çalışmıştı ve belirli bir çevresi vardı, sürekli o çevreyle iletişim halinde iş yapıyordu ve sanayi yapıları üzerinde çalışıyordu. Bizden tamamen ayrıştığı için bir senenin sonunda ortak bir şey yapmadığımızı düşünerek ayrıldık. Diğer arkadaşımla Turuncu Mimarlık adı altında 10 yıl ortaklığımız devam etti. 10 yıl onunla beraber pek çok proje yaptık. O biraz daha yurt dışı projeleri ile ilgileniyordu ben daha çok iç piyasaya yönelik çalışıyordum ve çalışa çalışa birçok proje gerçekleştirmiş olduk. Bizim işimizde en önemli husus referans, bir proje yapıp sonra arkasından gelecek olanları beklemek. Biz de bu şekilde bulunduğumuz noktaya kadar geldik.
Çok farklı projelere imzalar atıyorsunuz. Her biri birbirinden farklı olan bu deneyim sürecinde bazı projeleri daha çok sahiplenebildik dediğiniz projeler var mı? Hangileri, neden?
A. S. K. : Gerçekten çok farklı projelere imza atıyoruz, bu konuda kendimi yadırgıyorum bazen.(gülüyor) Proje ofisleri artık eskisi gibi değil, örneğin hastane projesi yapan veya otel projesi yapan meslektaşlarımız biraz ayrıştılar. Bence bu güzel bir şey, o konuda artık daha hızlı çözümler getirilmiş oluyor. Biz de ağırlıklı olarak konut projeleri yapıyoruz aslında. Ben de kadın olduğum için, iç mimarlığı da sevdiğim için konutu çok severek yapıyorum. İnsan öyle bir varlık ki; bir şeyi seviyor, çalışıyor, çalıştıkça öğreniyor, öğrendikçe başarıyor, başardıkça da daha çok seviyor, o döngüye girdiğimiz için severek çalışıyorum. Çalışmalarımız giderek karma kullanımlı yapılara da dönüştü. Konutun yanında ofis ve ticari alanları da tasarlıyoruz. Genel olarak tüm projeler bu şekilde gerçekleşiyor. Konutun da çok farklı tipleri var. Hem içini hem dışını tasarladığım projeleri daha mutlu olarak yapıyorum diyebilirim. Bazen iç mekân projesini başka bir mimar çözüyorsa ve farklı bir bakış açısı getiriyorsa o durumu da çok seviyorum çünkü bazen bir şeyin üzerinde o kadar yoğunlaşıyorsunuz ki bazı detayları göremez hale gelebiliyorsunuz. Başkalarının da buna yorum katması benim çok hoşuma gidiyor.
Projelerimiz çok uzun süreçlerden oluşuyor o yüzden hepsinde proje ile neredeyse bütünleşmiş oluyorum. Dönüp baktığımda kaç sene çalışmıştık dediğim çok proje var.
Şu anda İzmir’de karma kullanımlı bir proje yapıyoruz. Proje benim için çok kıymetli. İzmir’de proje yapıyor olmak, otel, kongre merkezi, alışveriş alanları gibi pek çok farklı fonksiyonu barındırması anlamında da ayrıca değerli. Çok taze olduğu için son dönemde buna odaklıyım ve bu projeyi şu anda heyecanla yapıyoruz. Ankara’ da ürettiğim çok proje var. Hepsinde kendi anılarım var; örneğin Mutlu Çayyolu projesine baktığımda şu an basit gibi görünüyor fakat o proje için çok uğraşmıştım ve o projeyi de diğerlerinden çok ayrı tutarım.
Çoğu projeniz ile aynı şehirde yaşıyorsunuz, inşa edilmiş hallerini görmek nasıl bir duygu?
A. S. K. : Çok güzel bir duygu ve giderek daha çok keyif veriyor. Başlarda bu konuda çok ürkektim. Projede başta öngördükleriniz çok önemli ama iş ortaya çıkınca bambaşka da olabiliyor. Projelerde benim kendimce önemli ve kritik bulduğum noktalardan perspektif görüntüleri alıyoruz, daha sonra bina yapılıyor ve bambaşka bir noktadan da çok farklı algılandığını görüyorum. Evimin karşısında mimari projesi bana ait bir yapı var ve çok ilginçtir ki inşa edilmeden önce binanın o açıdan algılanacağını düşünmemiştim. Hiç öngöremediğiniz şekilde, iç mekanda da aynı şeyler olabiliyor. Uygulama tamamlandıktan sonra oluşacak hissi anlamak mesleğin başında, herkesin yapabileceği bir şey değil, bu ancak yapıp, deneyip gördükten sonra elde ediliyor. Bu sebeple tasarladığım yapılara önceleri korkarak giderdim şimdi daha rahatım. Artık neyin nasıl olacağını kolaylıkla ön görebiliyorum. Hatta şantiyeye giderken nerede sorun olacağını, neyin istemediğim şekilde yapılmış olduğunu bile tahmin edebiliyorum.
İç mimarlık projeleri de yapıyorsunuz, deneyimlerinizle birlikte Türkiye’deki iç mimarlığı nasıl değerlendirirdiniz?
A. S. K. : Benim daha önce çalıştığım şirkette ağırlıklı olarak iç mimarlık projeleri yapılıyordu. Ben de kadın olmanın içgüdüsü ile mi bilmiyorum, iç mimarlığı severek yapıyordum. Ofis kurduktan sonra da iç mimarlık benim işimin bir parçası olmaya başladı. Bazı mimarlar bunu tercih etmiyorlar fakat ben iç mimarlık yapmayı da seviyorum ve o yönde bir geçmişim olduğu için sanırım keyifle yapıyorum. Bazen öyle zamanlar oluyor ki bana bir halı gösteriyorlar ve halının desenindeki renk geçişlerinden bahsederken arkamı dönüp otoparkın kolon şemasındaki çakışma ile ilgili bir şey çözüyorum tekrar dönüyorum bir şaftın yerleşimine bakarken koltuğun nasıl yerleşeceğini tartışıyor olabiliyorum. Bu bana da garip geliyor fakat tümünü işin parçası olarak görüyor, sanırım sevdiğim için de keyifle yapıyorum. Bizim işlerimizin yüzde otuzu iç mimarlık dahil yapılmış işlerdir, kalan yüzde yetmişinde iç mimarlık çalışmaları farklı ekipler tarafından yürütüldü. Projenin en başından itibaren iç mimar ile koordineli şekilde ilerlemek en ideali tabii fakat bu durum işverene göre değişebiliyor. Ben her noktada iç mimarlığın daha teknik bir altyapısı olması gerektiğini, bunun artık Türkiye’de oturması gerektiğini düşünüyorum.
Bir mekana baktığımızda her bir öğenin birbiriyle ilgili olarak tasarlanması gerektiğini önemsiyorum. Türkiye’de iç mimarlığın hem iyiye giden bir grafiği var hem de sancılı konuları var aslında. Karşılaştıracak olursak mimarlığın içerisinde teknik konular ve rasyonel veriler var, iç mimarlık mimarlığın üst seviyesinde subjektif. İç mimarlık söz konusu olunca işin içerisinde olma süreciniz çok artıyor. Mimarlıkta teknik kısım daha ağır olduğu için bir ekiple gerçekleştirilmesi mümkün olabiliyor fakat iç mimarlıkta her şeyiyle birebir içinde olunması gerekiyor. Bu sebeple zahmetli bir iş. Mimarlık da iç mimarlık da manevi olarak çok tatmin edici meslekler, hep bir şeyler yapmak isteyen yatırımcıyla birliktesiniz, bu çok büyük bir lüks. Bir avukat her zaman sorun yaşayan insanlarla birlikte olabiliyor fakat bizim mesleğimizde hep güzel bir şeyler ortaya konulması söz konusu. Bu da kişinin kendisine ve psikolojisine yansıyor diye düşünüyorum, hele ürününüzün uygulaması tamamlandıysa çok büyük keyif veriyor. Çok çalışmayı göze alıyorsanız mimarlık da iç mimarlık da keyifle yapılabilecek işler.
Ortağımın şöyle bir sözü var ‘Birileri size hayalini yapmanız için para ödüyor.’ diyor. Hakikaten bu çok doğru. Ortada boş bir kağıt var, her seferinde yeni bir problem var ve siz sıfırdan bir şeyler yapıyorsunuz. Belli kısıtlar olsa da bu kısıtlar sonucunda ortaya çıkan şey tamamen sizin öngörülerinizle yoğrulduğu için çok subjektif oluyor ve tabi bununla hayatınızı kazanmak çok güzel bir şey. Zor fakat ilerledikçe öğrendiğiniz, öğrendikçe keyif aldığınız, keyif aldıkça daha iyisini yaptığınız bir döngü oluşuyor.
Yarışmalar ve Adres Yalıkavak Projenizin ödülleri konusuna değinecek olursak neler söylemek istersiniz?
A. S. K. : Aslında yarışmalara ofisi ilk açtığımız zamanlarda girmeye başladık. O zaman iki yarışmaya katılmış ve ikisinden de ödül alamamıştık. Hatta çok heyecanla girdiğimiz o yarışmalardan birinde her şeyi teslim etmiştik fakat bir mühendis arkadaşımız raporun altına imza attığı ve deşifre olduğu için teslimimiz geçersiz sayılmıştı. Şu anda ürettiğimiz projelerin yüzde yetmişi davetli yarışmalarla elde edilmiş projeler, yani o konuda tecrübeli olan mimarlık ofislerinin davet edilerek bir yarışma şartnamesi ile belli bir bedel karşılığında, belli bir süre içinde tanımlanan bir çerçevede proje üretildiği ve oradan da uygulamaya geçen projeler. O yüzden 5-6 senedir neredeyse sürekli yarışma içerisindeyiz. Sürekli bir teslim tarihimiz var. Sürekli teslime yönelik bir çalışmamız var ve sunum takvimiz var. Bu süreç bana keyif veriyor çünkü büyük yatırımlara yön veriyorsunuz ve bu yatırımlara yön verirken de siz de kendinizden emin olmak istiyorsunuz. Eğer bir yarışmaya katıldıysanız sizin bakış açınızın doğru olduğuna inanarak o işi yapıyorsunuz ama işveren tarafından baktığınızda farklı bakış açılarını, kaçırdığınız bir şeyin olmadığını görerek, o yatırımı yapmak çok güven verici oluyor. Biz de kendi açımızdan baktığımızda; hem kendi çözümümüzü daha iyi analiz etmek hem de eksik kaldığımız bir nokta varsa onu daha iyi algılayabilmek adına bu şekilde değerlendiriyoruz. Bütün yarışma ürünlerini inceleyebilmek bana keyif veriyor sonunda da projeyi yaparken daha rahat ve emin yapıyorsunuz. İzmir projesi de bir yarışma idi, şu anda Ankara’da da ürettiğimiz projeler var ve yarışma ile elde edilmiş projeler. O yüzden yarışma bizim hayatımızda var.
Adres Yalıkavak Projesi ile geçen sene European Property Awards (Avrupa Gayrimenkul Ödülleri) kapsamında ödül almıştık, bu sene de World Architecture Community’ den bir ödül geldi. Adres Yalıkavak projesi Bodrum’da yaptığımız ilk proje olduğu için bizim için özeldir. Çok sevdiğim ve emek verdiğim bir projedir. Ürettiğimiz projelerin çoğunu yarışmalara göndermeye başladık. Eskiden o konuda geri planda idik, iş yoğunluğunun içerisinde bunlar da ayrıca emek ve mesai gerektiren süreçler. Artık buna yönelik de ekiplerimiz olduğu için, işin bu tarafına da vakit ayırabiliyoruz.
Ekip demişken ekip yapınızdan bahseder misiniz bize? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte?
A. S. K. : Ekibim benim için çok kıymetli ve özeldir. Burada şu anda 20 kişiyiz, orta ölçekte bir ofisiz diyebilirim. Bize iş başvurusunda bulunanlara da ‘kendim konusunda değil fakat ekibim konusunda eminim.’ diyorum. Biz hakikaten kendi aralarında da çok iyi anlaşan, uyumlu çalışan bir ekibe sahibiz. Hepimiz birbirimize çok benziyoruz ve iyi anlaşıyoruz. Mesela ofiste şöyle şeyler yaşanabiliyor; birine bir iş vermişim ve tamamlaması gerekiyor, o iş, üç kişi tarafından bir şekilde tamamlanmış şekilde bana ulaşıyor, bu beni çok mutlu ediyor ve rahatlatıyor.
Proje ekipleri giderek büyüyor, sayıca artıyor, bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Mimarlık ekip işi, ekibim olmadan hiç bir şey yapamıyorum. Bilgisayarın başına oturup saatlerce çizim yapma yeteneğimi kaybettim sanırım diyebilirim. Artık benim burada proje üretebilmem için altımda sağlam bir ekibimin olması şart. Eskiden her şeyi kendi başımıza zorlanarak yapıyorduk fakat mimarlık kesinlikle bir takım oyunu ve bence bu ekibin sizinle uyumu ve kendi içindeki uyumu çok önemli. Ekibin o konudaki deneyimi ve tecrübesi çok önemli. Ben açıkçası kendi adıma daha küçük ekiplerle çalışmayı daha uygun buluyorum çünkü kontrol etmesi de daha kolay oluyor. Sizin de emeğiniz olduğu bir noktada proje ortaya çıkıyor ama mesleğin kaçınılmaz bir tarafı olarak ölçekleriniz büyüdükçe ekibinizi arttırmanız gerekiyor.
Her şey değişip dönüşürken kocaman bir yapının içerisindeki bütün sistemleri kontrol etmeniz sizden bekleniyor. O yüzden de ekip çok önemli ve kritik bir hal alıyor. Sayının artması da kaçınılmaz oluyor.
Ben mimarlık ekibinin içerisinde mimarlık disiplininin haricinde kişiler olması gerektiğini de düşünüyorum. Mesela bütçe planlaması yapan bir arkadaşımız olmalı çünkü bütçe çok önemli. İşverenler istedikleri şeyi bütçe planlamasından sonra değiştirebiliyorlar, emin olamayıp geri çekilebiliyorlar, bu tür zamanlarda çok zor durumda kalabiliyoruz. Mesela bir grafik tasarımcının bizimle beraber çalışmasına gerek duyuyorum çünkü her şeyimiz sunum. Sunum için grafik tasarım çok önemli. Biz işin hep mimari tarafını önemsiyoruz fakat bunlar da mimarinin ayrılmaz parçaları. Sunum mimari için çok önemli bir gerçek. ‘Bir mimarın giydiği, yediği, oturması, kalkması bile farklıdır.’ üniversiteden beri bize bu öğretildi. O yüzden de sunumu da en güzel şekilde yapmaya çalışıyoruz. Keşke ekipte grafik tasarımcı da olsa diyorum. Mimarlık ofisinde sadece mimarlar olmamalı, şantiye takibini yapan ayrı bir arkadaşımız var şu anda, ihtiyacımız da var, bazı projelerimizde bir gününü geçirerek raporlama yapması gerekebiliyor. Çünkü ne üretirseniz üretin ne kadar yapıldıysa o kadarını üretebilmiş oluyorsunuz. Bize dışarıdan destek veren ekipler ve kişiler de var; ofiste olmayıp da örneğin yarışmaları haber veren, tüm basın ve sosyal medya işlerimiz ile ilgilenen arkadaşımızın olması gibi. Mimarların her şeyi koordinasyon, mühendislerle koordinasyon, danışmanlarla koordinasyon gibi. Bir arada çalışıp büyük bir ekip halinde bir şeyler yapmak aslında kaçınılmaz bir durum.
Ofisinizin bir kolu da İstanbul’da sanırım, bize biraz bahseder misiniz?
A. S. K. : Yaklaşık 2 senedir İstanbul’da da bir ofisimiz var. Henüz çok yeni. Orada iki arkadaşımız görevli. İstanbul’da var olmak demek bile bence bir marka değeri taşımak demek o yüzden çok önemsiyorum. İstanbul bizim hep olmak istediğimiz bir yer.
Mimarlık mesleği ve kişinin karakteri konusuna nasıl bakıyorsunuz, sizce yetenek ve bilgiden bağımsız olarak ilintili mi?
A. S. K. : Benim ofisime arkadaşlarımın, iş yaptığım kişilerin çocukları mimarlığı anlamak mimarlık fakültesi ile ilgili meraklarını gidermek için geliyorlar. Bu, bizim hiç sahip olmadığımız bir şans idi. Hepsinin sorduğu bazı sorular var. Mimarlık herkesin aklında daha çok yeteneği olan, el becerisi olan insanların yapabileceği bir meslek olarak var. Ben konunun bununla ilgili olmadığının kanıtı gibiyim. Fakülteden önce mimarlık ile ilgili hiç bir bilgim olmadan, bir mimar ile tanışmadan sadece Burdur’daki tip kamu binalarını veya bildiğimiz konut binalarını görmüş olarak bu yola başladım.
Hakikaten sürekli görerek, algılayarak, ilgilenerek bu işi öğrenmeye çalıştım. Başarılı olup olmamam değil mevzu fakat bu işi yapabildiğimi düşünüyorum o yüzden de tamamen çalışmaya, uğraşmaya yönelik bir motivasyon gerekiyor.
Mimarlık bence herkesin süper tasarımlar yapabildiği bir alan olmamalı. Tutarlı, düzgün mimarlık yapmak ve bunun için çabalamak esas olmalı. Biz üniversite dahil her yerde daha çok, yıldız mimarları görerek, ikon binaları algılayarak eğitildik fakat aslında çoğu mimarın yaptığı mimarlık bu şekilde değil. Mekanı hissetmek, ölçeğini algılamak, ışığı hissetmek bunlar herkesin algılayabileceği düzeyde şeyler bunun için sadece çok çalışmak gerekiyor, tecrübe gerekiyor. Mimarlık öyle bir iş ki 24 saat bu işin içindesiniz, örneğin ablam diş hekimi, ofisini kapattıktan sonra yapacağı başka bir şey olmuyor. Biz öyle değiliz. Ben meslek hayatımın 17. yılındayım ve bunun 15 yılını gece de çalışarak geçirdim. Ben çalışarak insanların kendi yapabileceği düzeyde binaları gayet rahatlıkla algılayabileceğini düşünüyorum. Herkesin çok ikonik, yıldız binalar yapmasına gerek yok, sadece hissetmesi lazım, o da deneyimle, çalışarak öğrenilebilir bir şey.
Ayrıca mimarlık yapan insanların iyi bir gözlem yeteneğinin olması lazım. Çevrelerinden soyut yaşamamalılar. Bence insanlar gördükleri kadar mimarlık yapabilirler. Siz ne kadar görüyorsanız, ne kadar algılıyorsanız ve ne kadar farkındaysanız o kadar ürün meydana getirebilirsiniz. Çok dikkatli olunması gerek yani. Bunun yanında ekip çalışmasına yatkın olunması gerekiyor çünkü mimarlık bireysel yapılabilecek bir meslek değil. Bir yandan da karar verirken ‘kırmızı mı mavi mi?’ sorusunda örneğin hiç düşünmeden mavi diyebilecek kadar da kesin ve net olunması gerekiyor ki karşınızdaki insanı yaptığınız şeye inandırabilin. O yüzden karar verme anlamında dirayetli olmak önemli. Çok çalışmak ve araştırmaya açık olmak gerekiyor. İnsanların mekan içerisindeki hislerini algılayabilmek çok önemli, bu zaman içerisinde gelişebilir belki fakat ölçeği, geometriyi algılamak çok önemli. Bence bir diğeri de sosyal bir insan olmak.
İnsanlar için bir şeyler yaptığınızdan insanları anlamaya yönelik bir çabanızın olması gerekiyor, yani iletişimin kuvvetli olması gerekiyor.
Bir de kendini ifade etmek çok önemli. Proje işi yapan bir mimarsanız vaktinizin çoğu kendini ifade etmek ile geçiyor çünkü biz hep anlatan tarafız. Tasarlıyoruz ve bunu en iyi şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. İnsanlara problemin ne olduğunu anlatmaya çalıştığımız da oluyor çünkü herkesin kafasında sizin kafanızdaki düşünceler var olmuyor. Bazen ekipte bir de psikolog mu olsa dediğim anlar oluyor, bu işverenle kurduğumuz diyalog ile ilgili, çünkü bir ikna süreci yaşıyoruz, ikna sözcüğünü kullanmak zorundayım çünkü ekonomik verilerin önemli olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ekonomik veriler her zaman önemli ama işlerin az bütçeli olmasının önemsendiği bir ülkede yaşıyoruz o yüzden bir ikna sürecimiz oluyor, ikna faaliyeti yürütüyoruz.
Proje sürecinde en çok keyif aldığınız an veya anlar hangileridir?
A. S. K. : Sunum anı bana çok keyif veriyor. Proje süreci bir doğum sancısı gibi. Problem önünüze geliyor, yarışma ise süre kısıtı da var tabii. Mimarlık sabah işe gelince o gün akşama kadar yapacaklarını bildiğin bir iş değil. Öyle bir durum asla olmuyor, sürekli yeni bir problem var ve sürekli o yeni probleme karşı yeni bir bakış açısı getirmek zorundasınız. Bu inanılmaz yorucu bir şey. Bu bence bizim mesleğimizin en zor taraflarından biri. Her daim bir şeyler üretmeye çalışıyorsunuz ve bir yerde bir şeyler ortaya çıkmaya başlayınca öyle bir rahatlama hissi geliyor ki bunu da sunmak insana çok büyük bir haz, büyük bir keyif veriyor. Mimarlığı tercih etmemdeki sebep insan ilişkisi demiştim ya; yaptığım şeyi birilerine anlatmak, onların da fikirlerini almak bana mutluluk veriyor. Detaylarda bu durum zorlayıcı olabiliyor fakat ilk sunumu yapmak, ortaya çıkan şeyi sunmak, sunum bittikten sonraki o his inanılmaz. Aslında hayatınızda bir saat öncesinden farklı bir noktada değilsiniz fakat nedense kendinizi bir şeye ulaşmış ve farklı bir aşamaya geçmiş gibi hissediyorsunuz.
Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
A. S. K. : Ömür boyu yapacakları bir işi öğrendiklerini düşünerek okula devam etsinler. Ömür boyu hayattaki pozisyonlarını belirleyecek, kendilerini ifade edecekleri mesleğin eğitimini alıyorlar, bu süreçte başarılı olup başarılı olmama ölçeği okul değildir. Evet portfolyo çok önemli, biz de burada adayların portfolyolarına bakıyoruz fakat portfolyodan daha önemlisi; o insanın kendisi, o insanın ne yapabileceği, ilgisi, alakası, motivasyonu oluyor. O yüzden mimarlık eğitimini sadece öğrenme süreci olarak görmesinler. O sürecin neresinden keyif aldıklarını bulma süreci olarak değerlendirsinler. Ne yaptığını algılama ve tanıma süreci olarak görsünler, süreden, nottan bağımsız olarak mimarlıkta dönüp kitaba bakabileceğimiz bir durum söz konusu olmadığı için o tasarım sürecinin içindekileri, hocalarından onlara söylenenleri anlamaya çalışsınlar, yaptığımız şeyi algılamaya çalışsınlar, bunlar çok önemli. Mimarlık öyle geniş bir alan ki ‘Ben bunun neresinde var olabilirim?’ diye kedilerine sorsunlar. Biraz da gezip görsünler. Herkesin gördüğü kadar bu işi yapabileceğini düşündüğüm için, kendi kabuğunda mimarlık üretmek diye bir şey çok zor. Biraz dış dünyaya açılsınlar. Diğer tarafta söylediklerimin bir kısmı belirli bir yaştan sonra olmuyor, iş yoğunluğunun içerisinde buna vakit ayrılmayabiliyor. Kendilerini internette ve dergilerde gördükleri müthiş etkileyici ikonik yapıları yapma konusunda motive etmesinler. Herkes öyle bir üretim yapacak diye bir şey yok. Kaldı ki o tür bir projeyi yapacak insanların zaten azınlıkta olması lazım. Yapı stokunun çoğu ortalama yapılardadır, kullanım ön planda olan yapılardadır. Bizim mimar olarak ortalama diye tabir ettiğimiz yapılarda, Türkiye özelinde başarıyı elde etmemiz lazım. Etrafımızda gördüğümüz yapıların daha tutarlı, daha düzgün imal edilmiş, daha insani, ışık , ölçek ve fonksiyon anlamında iyi hissettiren, daha başarılı yapılar olması için uğraşmamız lazım. Tüm binaların farklı diye tabir edilen o yapılardan olması şart değil. İçinde yaşayanların ihtiyaçlarını iyi karşılaması gerek. Bu konuda öğrenciler çok örseleniyor. Bir dönem ODTÜ’ de stüdyolara girdim, bu konuların ihmal edildiğini düşünüyorum. Herkesin yıldız olmasına gerek yok. Çoğunluğun işini düzgün yapması gerektiğine inanıyorum. Yıldız olmak kendiliğinden yetenekle veya imkanla olabilir. Ülkemizde fonksiyon ön planda tutulmalı, mimarın işini yaparken insanların konforlu bir hayat sürmesini dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Bu sağlandıktan sonra da yeteneği olan arkadaşlar zaten kendini göstereceklerdir. Mimarlık eğitiminde bu konunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye özeline baktığımızda bu işin yapım süreci de çok önemli. Bizim yapım süreçlerimiz yurt dışındaki yapım süreçlerinden çok daha hızlı ve bütçelerimiz çok daha kısıtlı. O yüzden yapılan imalatların hiçbirisi yurt dışındakiler kadar özenli olmayabiliyor. O anlamda bu durumun, daha kolay elde edilebilir, tutarlı ürünleri daha değerli kıldığını düşünüyorum. Siz eğrisel yapılar tasarlayabilirsiniz fakat imal edilme sürecinde bunun nasıl çıkacağını bilemezsiniz, o yüzden kağıt üzerinde mükemmel çizilen bir şey, aslında çok bir şey ifade etmeyebilir. Ülke koşullarını düşünerek uygulanabilir yapılar tasarlamak ve bunları düzgün üretmek için çaba göstermenin öğretilmesi gerekiyor.
Bize vakit ayırdığınız ve keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.
A. S. K. : Ben teşekkür ederim.