Frea Mimarlık Ofisi: “Kolektif zihnin üretkenliğine İnanıyoruz.”
Aviled Mimarım sponsorluğunda bu hafta FREA Mimarlık Ofisinin kurucu ortakları Mimar Emre ŞAVURAL ve Y. Mimar Fatih YAVUZ' un Çankaya'daki ofislerine konuk olduk ve çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fatih Bey, Emre Bey bize biraz ofisinizin kuruluşundan ve bugüne kadar nasıl bir yolculuk yaptığından bahsedebilir misiniz?
F. Y. : Emre ve ben dönem arkadaşıyız, 2003 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesinden mezun olduk. Bir müddet hayatımızı idame ettirmek için başka ofislerde para kazanmaya çalıştık. Sonrasında ise bir yarışmaya girebilmek için grubumuzdaki herkes işinden istifa etti, bir evde toplandık ve aslında ilk ofis kuruluşuna adım atmak öyle bir kararla oldu. O dönem ilk defa işler yapmaya başladık çünkü 6 kişiydik ve eve bir para girmesi gerekiyordu. Kurumsal kimlik işleri yaptık, mimari fotoğraf çektik, ufak tefek mimari projeler yaptık. Çok kalabalık ve keyifli bir ortamdı gerçekten, daha sonra biz üç kişilik bir grup olarak yolumuza kendi ofisimizde devam etmek istedik. Yarışmalar yapmaya başladık, ilk onları denedik. Ve ilk girdiğimiz yarışmada ödül alınca aslında bizim için ofisin yolu açılmış oldu, ödülümüz dişe dokunur bir paraydı. Sonrasında bir Excel tablomuz oldu, gelen para, giden para bunları yazmaya başladık, kendimize birer miktar para dağıttık ve ufak tefek işlerin de gelmesi neticesinde ofis hayatımız başladı ve bugünlere kadar da devam etti.
Bizim asıl resmi kimlik kazanmamız yine bir yarışma, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Mühendislik Laboratuvarları Yarışması ile oldu. 2006 yılında kazandığımız bu yarışma serbest çalışmaktan ofis olmaya dönüştüğümüz bir dönemin başlangıcı oldu. Sonrasında çokça yarışma projesi üzerinde çalıştık. Çünkü biz ne kadar piyasaya proje yapmak istesek de çok gençtik. Aslında Kıbrıs yarışmasına davet edildiğimizde de çok gençtik, 25 yaşındaydım ben. Emre benden 1 yaş daha büyük. Bitirdiğimizde ise uygulama projesi süreci başladı. Çok büyük bir tecrübe oldu. Ondan sonra da fırsat buldukça hep yarışmalara girmeye devam ettik. Bir dönem yarışmaları bırakıp yarışma dışı işlerle mi devam etsek dediğimiz bir süreç var, onun hiç iyi sonuç vermediğini fark edip ondan geri dönmek için uğraştık. Son 4- 5 yıldır da ağırlıklı olarak yarışma süreçlerinde bulunuyoruz. Artık ulusal yarışma kadar davetli yarışma süreçleri de oluyor. Onlar da bizim için çok heyecanlı işler.
Ofisinizin felsefesi nedir?
F. Y. : Arkasında bir iddia barındırmadan cevaplıyorum, altını çizmek isterim. Tam cevabı olur mu bilmem ama temelde kolektif üretim diyebilirim. Bir de bizim şöyle bir mottomuz var; ürettiğimiz her projeyi eğer paylaşılmasında özel bir kısıt yok ise paylaşmak. Paylaşmadığımız, bir taraftan el altından ürettiğimiz başka işler yok, biz ne yapıyorsak paylaşıyoruz. İşverenin özellikle paylaşmayın dediği işler hariç her şeyi yayınlamaya çalışıyoruz. Tasarım problemini en azından kendimizce sorgulamış ve yeniden tanımlayabilmişsek bizim için çok keyif verici oluyor bu durum. Hani bilindik yollardan gidip onu biraz daha güzelleştirmek peşinde koşmayı sevmiyoruz. Yeni bir şeyler keşfetmeye çalışıyoruz kendimizce.
Projelerin tasarımını yapıp sonraki süreci ekibinize mi bırakıyorsunuz?
E. Ş. : Aslında ne salt biz, ne onlar bütün sorumluluğu üstleniyor. Onlar ne kadar ekibin bir parçasıysa, biz de ekibin bir parçasıyız. Aslında tartışa tartışa beraber götürüyoruz. Öneri bazen ekipteki arkadaşlardan geliyor, bazen bizden geliyor ama ofise yeni katılmış mezuniyet yılından bağımsız her arkadaşın masada her işle ilgili, işin her aşamasında sözü geçiyor.
Emek verip de gerçekleşmeyen veya maddi karşılık alamadığınız işleriniz oluyor mu?
E.Ş. : Tabi masada kalan çok projemiz var. Maddi kısmına gelince gençliğimizde bedava proje yapmaya mecbur bırakıldığımız olmuştur ancak çok uzun süredir, ne kadar zor durumda olsak da kesinlikle bunu yapmıyoruz. Bunun bir kültür olduğunu düşünüyoruz. Üstelik her meslektaşın böyle davranması gerektiğini düşünüyoruz.
Maddi olarak karşılığını alıp hayata geçemeyen projelerimiz var tabii ki onlar için üzülüyoruz ama hiçbir zaman ‘ bu çok büyük bir iş, gelin şuna biraz emek verelim, zaten boş oturuyoruz, bir şeyler yapalım, belki beğenirler ‘ demedik. Herkesin, her ne işi yaparsa yapsın harcadığı bir dakikanın, saatin karşılığı var.
İşveren geldiğinde önce anlaşıyor sonradan anlaştığınız doğrultuda proje üretiyorsunuz değil mi?
E. Ş. : Evet, işveren bize nasıl bir problem tarif ediyorsa anlaştıktan sonra onu özümsemek adına vaktimizi harcıyoruz. Mesela bizden bir öneri isteniyor olmasına rağmen, biz, iki üç tane öneri çıkarabiliyoruz, bu önerileri de paylaşmakta sakınca görmüyoruz, her birine eşit sunum niteliği sağlayamasak da paylaşıyoruz, -bakın böyle şeyler düşündük, sonra bunu yaptık ve buna karar verdik- diyoruz. Sürecin en az sonuç ürün kadar kıymetli olduğuna inanıyoruz.
İşverenlerinizle olan sürece değinir misiniz, ikna süreci oluyor mu?
F. Y. : Elbette. Onun isteklerini bizim anlayıp özümsememiz bir vakit, bizim onun anlattıklarından anladıklarımız, tasarıma aktarmamız ve onlara aktarmamız bir vakit, onun özümsemesi bir vakit alıyor. İşin ölçeğine bağlı olarak bu elbet bir süreç işi. Emre’nin dediği çok çok önemli bir konu, bazen karşınızdaki müşteriyle diyaloga geçemediğiniz durumlar oluyor. Örneğin davetli yarışmalar. Size bir şartname veriliyor, ihtiyaç programı, arazi vs. Ne istedikleri kısaca anlatılıyor. Fakat sonrasında biz biraz kendi kabullerimizi kendimiz yapmaya başlıyoruz.
O kurumla, işverenle ilgili ne kadar bilgiye sahip olursak o kadar iyi çözümler getirebiliyoruz. Bu kişiye özel tasarım gibi anlaşılmasın, bahsettiğim şey onların işletmedeki öncelikleri olabilir, başka konular olabilir. Yoksa tasarım mantığımızdan mekân üretme stratejimizden hiç vazgeçmiyoruz ama onları anlamak, daha doğru bir proje ortaya koymak adına yararlı oluyor. Bazen bu süre çok uzuyor, bazı işverenlerin ne istediğini, nasıl planlar peşinde olduğunu anlamanız da çok uzun zaman alabiliyor, anladıktan sonra işler daha güzel gidiyor aslına bakarsanız. Birlikte çalıştığınız ofisler ya da mühendislerde de bu çok önemli. Birbirimizi tanıyor olmak, ne dediğimizi, nasıl çözümler üretebileceğimizi öngörmek aslında iyi bir şey bizim için.
Ekip yapınızdan bahseder misiniz bize, kaç kişi yer alıyor bu ekipte?
E. Ş. : 4 yıl öncesine kadar sadece iki kişi idik. O dönemler SCRA Mimarlık Ofisi ile beraber çok fazla yarışma yaptık, davetli yarışmalar oldu onlara katıldık, özel sektörde beraber iş ürettik. Hep kolektif iki ofis beraber ürettik. Sonrasında bizim artık yetemediğimiz ve desteğe ihtiyaç duyduğumuz dönemler oldu ve ekip sayısı yavaş yavaş arttı. Başta iki arkadaş ile başladık şu anda stajyerimiz ile birlikte yedi kişiyiz. Bizim idealimizdeki ekibin maksimum sayısındayız. İki haneli sayıya çok ulaşmak istemiyoruz. Bunun sebebi bizim, kendimizin, işin hak ettiği emek ne ise onu vermek istememiz. Örneğin şu anda olması muhtemel iki işi nazikçe reddetmek durumunda kaldık. Bizim için en önemli girdi huzur, bir işin hakkını verebiliyor isek huzuru bulabiliyoruz. Eğer nicelik öncelikli gitseydik daha fazla proje almak ve daha çok para kazanmak isteseydik alternatif çözümler bulabilirdik.
Biz, bizim işimiz olan, bizim işimiz dediğimiz işler yapmak istiyoruz. Tasarım ortamı içerisindeki ruhu önemsiyoruz. Bir ruh varsa o projeye yansıyor. Biz zaten hala çizim de yapıyoruz hatta aklımıza bir fikir gelince ‘ben bunu bir deneyeyim’ deyip masa başına geçip çizim yapıyoruz, onlar orada biz burada çalışıyoruz.
F.Y. : Çalışan kişinin istekli olması çok önemli. Bizim taşıdığımız sorumluluk onlardan çok fazla. Ofisin maddi yükü, o işlerin yönetimi gibi. Büyük bir sorun çıktığı zaman ya da önemli bir toplantı olduğu zaman mutlaka sizin masaya oturmanız gerekiyor ya da o telefonu sizin cevaplamanız gerekiyor. Arkadaşların burada tasarım haricinde ekstra bir sorumlulukları bulunmuyor. Bizim ise çok fazla var. Dolayısıyla şahsen benim için o kişinin mimarlığı ne kadar sevdiğini hissetmek, bilmek önemli. Kararlılıkları önemli. Ne iş yaparsa yapsın onu iyi yapan insanlarla çalıştığım zaman ben daha mutlu oluyorum.
E.Ş. : Biz genelde yeni mezun mimarlar ile çalışmayı tercih ediyoruz. Bu prensip gibi bir şey, bunun sebebi kesinlikle maddiyat değil. Denemelerimiz sonucunda böyle bir prensip gelişti diyebilirim. Daha tecrübeli arkadaşlarla da çalışmayı denedik fakat şöyle handikaplar oluyor; her ofisin bir çalışma sistemi var bir yerde bir davranış biçimi geliştirmiş kişi ofisin işleyişine adapte olurken zorlanabiliyor veya bu durum problemli olabiliyor. Burada sizinle beraber yola başlamış bir kişi daha verimli oluyor. Hem de yeni mezun olmasından kaynaklı zihni daha özgür oluyor, bizim tarzımızla yoğrulması bize daha faydalı oluyor, bazı şeyler katılaşmamış oluyor. Bizim zihnimizde yapı ile ilgili fazlasıyla girdi var, tasarım sürecinde fikirler, bu girdilerden oluşmuş duvarlara çarpıyor. Biz bu problemli durumları ekipten geride tutmaya çalışıp, dile getirmemeye çalışıyoruz ki arkadaşlar masada daha özgür bir zihne sahip olsunlar. Problemli durumları fark etmeden tasarımı daha özgür yapabiliyorlar.
Biz burayı bir çatı gibi görüyoruz. Açık ve esnek bir yer burası, katı bir ofis değil. Genç arkadaşların fikirlerine büyük saygı gösteriliyor.
Örneğin bu yaz bizim için çok önemli bir proje olan Lüleburgaz Yüzme Akademisi uygulama projelerini hazırlıyorduk. Stajyer olarak Hacettepe İçmimarlık bölümünden bir arkadaşımız geldi. Biz 2-3 sene önce iç mimarlık öğrencileriyle bir staj dönemi geçirdiğimiz için iç mimarlık disiplini ile tasarım sürecinde kesişmenin ne kadar faydalı bir süreç olduğunu görmüş, bugüne kadar bunu kaçırdığımızı fark etmiştik. O arkadaşımızı bu sebeple çok önemsedik. Arkadaşımıza dedik ki; ‘bu staj dönemindeki sorumluluğun iç mekânların tasarımı olacak.’ Buna hem çok sevindiğini hem de çok şaşırdığını gördük. Bu projede verilmiş ana kararların birçoğu onun sorumluluğunda ve tüm ekibin katkısıyla alındı. Biz sadece birlikte tartıştık, konuştuk, asla ‘bunu çizeceksin’ demedik, bizimle tekniker gibi çalışmadılar. Detaylardan yönlendirme projesine kadar bir tasarım alanları oldu ve projeye çok ciddi katkıları oldu. Ekibimizin tasarımda söz sahibi olmasını gerçekten çok önemsiyoruz.
Projelerinizin iç mimarlık projelerini de yapıyor musunuz?
E.Ş. : Son bir kaç yıldır bu işe daha çok yoğunlaştık. Çalışanlarımızın içerisinde bir iç mimar da var. Çoğunlukla işverenin beklentisi sadece yapının kabuğunun tamamlanması olabiliyor. İnşaat sürecinde de paydaşsanız şunu görüyorsunuz; iç mekân ile ilgili almadığınız kararlar, vermediğiniz kararlar sonrasında çok kötü durumlar ortaya çıkartıyor çünkü o kararları birinin vermesi gerekiyor. Eğer siz yapının tasarımcısı olarak o kararları almazsanız o karar şantiyede verilebiliyor. İşverenin de iç mimarlık disiplininden haberdar olup farkında olması gerek aslında en önemli konu bu.
F. Y. : Bugüne kadar yapıyı bir bütün olarak hep düşündük ama daha öncesinde yani bir kaç yıl öncesine kadar o fikirlerimizi anlatabilmek için yeterli zamanımız, tecrübemiz ve organizasyon kabiliyetimiz olmayabiliyordu. Yoksa her zaman o yapının iç mekânını hayal ediyorduk; gözümüzü kapadığımız zaman nasıl bir şey olacağını zihnimizde yaşatıyorduk. Fakat son zamanlarda onu sunmak ve o fikirlerimizi daha iyi anlatmak için ekstra çaba sarf ediyoruz. Ekibimize iç mimar bir arkadaşımız katıldı. Projede her detayı çizmek gerekiyor ve şunu fark ettik ki düşündüğünüz şeyi dökümana dönüştürmek ciddi bir zaman istiyor. Şimdi o vakitleri işverenlerden talep etmeye çalışıyoruz. Devam eden son işimizde yönlendirme sisteminden mobilya tasarımına kadar detaya indik. Bunu SCRA ile birlikte ortak çalıştığımız için çok daha kolay yapabiliyoruz. Süreler kısıtlı olduğundan tek bir iş için şuan iki ayrı ofiste eş zamanlı çalışma yürüyor ve aynı çatı altında da değiliz. Düşündüğümüz her şeyin imalat için dökümana dönüşmesinden ötürü içimize en çok sinen işlerden oldu diyebilirim.
Peki, en çok sahiplendiğiniz veya özel dediğiniz projeniz hangisi?
F. Y. : Aslında biz bir işe evet dediysek zaten sahiplenmiş oluyoruz.
E.Ş. : İşin kavgası başta verilmeli bizce.
F. Y. : Evet katılıyorum projenin hakkı neyse o verilmeli. İşe 100 detay üretilecekse 100 detay çizilmeli. Bunu bilerek baştan ona göre bir fiyat pazarlığı yapmalısınız, olmuyorsa olmuyor. Bazen tahmin ettiğimizden daha yorucu, ön göremediğimiz bazı parametrelerinin karşımıza çıktığı süreçler oluyor ama her zaman yapılması gereken neyse biz onu yapmaya çalışıyoruz.
Özel bir proje derseniz ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Mühendislik Laboratuvarları Binasını söyleyebilirim. Proje ve yapım süreci sanırım bizim için en özel proje, ODTÜ olmasından kaynaklı ilk işimiz olmasından kaynaklı çok özel bir yeri var.
E. Ş. : ODTÜ KKK davetli bir yarışma idi, biz 25-26 yaşlarında idik ve bir yapı bize emanet edildi. Biz de -bir yapı nasıl yapılırı- deneyimledik orada. Araştırma sürecimiz çok uzun oldu. Bizim için sancılı idi, tabi pratiğe dair çok şeyi yeni öğreniyoruz. Çok öğreticiydi, ODTÜ’ nün o noktada önemi büyük. Kampüs yönetimi, buradaki taraflar hepsi çok önemli idi. Biz orada projenin cıvatasına kadar söz sahibi idik. Hatta o deneyimden sonra biz hep öyle gidecek sandık. (gülüyorlar)
F.Y. : Bu proje bizim bu günlere gelmemizde çok önemli bir yere sahiptir. Önce bize güvenip bizi o yarışmaya davet eden hocalarımızı hiç bir zaman unutmayacağız, sonra güvenip uygulama projelerini ürettiğimiz süreçte bizimle diyaloğa geçen herkesi. Herkes son derece saygılı idi, bilmediğimizi farkında olmalarına rağmen hiç bir zaman masada küçük düşmedik. Projenin hayata geçmesi için emek sarf eden herkes bizim için çok önemli.
O bina tamamen bittiği zaman eski ortağımızla beraber 3 kişi o binaya gittiğimizde benim içim bir garip oldu. Aylarca çizip uğraştığımız kesitin içinde yürüyen insan olmak çok garip bir histi. O his hala aklıma geldikçe tuhaf oluyorum. Yarışmalarda bazen çok genç isimler çıkabiliyor ve ‘Acaba yapabilir mi?’konusu hep tartışma konusu olabiliyor. Yapabilir tabi, yeter ki inanıp arkasında durun. O kişinin yaklaşımı da çok önemli, öğrenmeye ne kadar açık olduğu, ne kadar az tecrübeye sahip olduğunun farkında olarak daha çok öğrenmesi gerektiğini bilmeli. Biz o dönemde ne yarışma yaptık ne başka iş yaptık. Gece gündüz bu projenin detaylarıyla uğraştık. Çok ciddi bir detay kütüphanemiz de oldu ve hepsini biz ürettik sonra gittik yerinde gördük çizdiğimiz nasıl yapılıyor ya da yapılamıyor, ne kadar zorlamışız, ne kadar zorlamamışız. Bunları gördük orada oluşturduğumuz mekânların karşılığını gördük.
Mimarlık mesleği ve kişinin karakteri konusuna nasıl bakıyorsunuz, sizce yetenek ve bilgiden bağımsız olarak ilintili mi? Olmazsa olmazları nelerdir?
E.Ş. : İletişim meselesi bizim meslekte önemli. Her ne yapıyor olursanız olun çok kritik bir şey. Ofis içinde, hele nüfus belli bir noktaya geliyorsa -ki biz çok kalabalık değiliz- diyalog koptuğu dakika, diyalog kopukluğu dönüp dolaşıp ürünün niteliğine yansıyor. Bu kendi içinizdeki diyalog kopukluğu da olabilir, işverenle kopukluk da olabilir. İşverenden eğer gerekli problemin tanımını yeterince alamıyorsanız bu dolaylı olarak işe de yansıyor o yüzden bu iletişim meselesi hiç bir zaman kaybedilmemesi gereken bir şey.
Sürekli konuşuyor olmak gerekiyor, sürekli dinliyor olmak gerekiyor. Şu anda 2 tane büyük ölçekli proje yapıyoruz, bunu da başka ofisler ile koordineli bir şekilde yapıyoruz. Bu bilinçli bir tercih, dönem dönem başka ofislerle de çok iş yaptık. Kolektif zihnin üretkenliğine inanıyoruz.
E.Ş. : Bu aslında çok zor bir mesele; ‘yanınızda biriyle beraber konuşuyor olmak.’ Biz ortağız, biz kendi içimizde bunu yıllardır yapabiliyoruz fakat başka bir ofisten biriyle oturup, başka bir mimarla oturup bir problemi tartışıyor olabilmek, onu dinliyor olmak, ondan geleni projeye yansıtıyor olmak, onun seni dinliyor olması çok da kolay bir mesele değil doğrusu. Bu iş ekip olabilme işi. Mimari bir ürünün bir kişinin fikri olabilmesi mümkün değil. Kapı kolu bile tasarlasanız eninde sonunda üreticiyi arıyorsunuz, demir nasıl dökülür soruyorsunuz. Tek adam mimarlığı diye bir şeye ben inanmıyorum.
Bu meslekte bence duygusallığa çok yer yok çünkü sürekli yumruk yediğiniz bir meslek. Zaten iki yumrukta kendini yere bırakıyorsan sana çok da uygun değil. Bir de bağımsız kalabilmek ve zihnin özgür kalabilmesi çok önemli. Çok özgür ruhlu olup her şeyi sorgulamalı. Konvansiyonlardan kalıplardan kurtulmaya hazır bir beyne sahip olmak gerekiyor yoksa kendini tekrarlamak çok olası.
Mimarlık mesleğinde kendini sorgulamakla kendine güvenmek arasındaki çizgiyi doğru koymak bence çok önemli. Kendini fazla sorgulamak, yaptığından şüphe duyup daha iyisini yapabilir miyim demek bir süre sonra insanın kendine güvenini yerle bir edebilir. Kendine çok fazla güvenmek de hiç sorgulatmayabilir. Bunun arasını bulmak birbirine geçişli bir şey. Ne kendine güvenini kaybet, ne de sorgulamadan kaç.
Peki meslek hayatım boyunca mutlaka bir …(gökdelen, alışveriş merkezi, okul) tasarlamalıyım dediğiniz bir yapı var mıdır?
F.Y. : Benim var böyle bir hayalim. Tezimi büyükelçilikler üzerine yazmıştım. Büyükelçilik binası tasarlamayı çok isterdim. Zaten yurtdışında ülkeyi temsil edecek nitelikli yapılar yapmak her zaman ilgimizi çekiyor.
Proje sürecinde en çok keyif aldığınız an veya anlar hangileridir?
F.Y. : İşin kendisi bir problem çözme süreci. Gündelik hayatta karşımıza çıkan problemlere bakışımız, onları göğüsleyişimiz ve onlara çözüm üretmemizde çok işe yarıyor. Bence bir bakış açısı katıyor bu sebeple süreci bütünüyle seviyorum.
Fakat süreç içinde en sevdiğim anı şöyle anlatayım; tasarım probleminin çıkmaza girip ‘olmuyor’ dedikten sonra birden bire fikrin çıktığı bir an var, o anı dünyalara değişmem. O an problem çözülüyor ve hele ki istediğimiz gibi çözülüyor ise enfes bir durum oluyor. O sırada belki somutlaşmış bir ürün olmayabiliyor fakat zihnimizde oturuyor taşlar yerine.
Bir de sevmediğimiz süreçler var her projede olan. Belediye süreci mesela.
Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
E.Ş. : Keyif alsınlar keyif aldıkları sürece bu işi yapsınlar keyif almıyorlarsa yapmasınlar. Sevdiği şeyin peşinde koşsunlar. Hangi işle uğraşıyorsanız uğraşın sevmeden yapılmaz fakat bu iş, mimarlık keyif almadığınız sürece size nitelikli bir ürün çıkartmaz. Bu işin içinde çalışkan olma meselesi var. Fatih inatçılıktan, fazla duygusal olmamaktan bahsetti; ben de çabalamak diyeceğim. Bıkmadan çabalasınlar.
Çok keyifli bir sohbetti, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Biz teşekkür ederiz.