HAZAN MİMARLIK: “Mimarinin tasarım yönü var ki burada ucu açıklık önemli, İmalat boyutu var ki burada da detay çözümü önemli.”
Aviled Mimarım sponsorluğunda bu hafta HAZAN Mimarlık Ofisinin kurucu ortağı Yüksek Mimar ve Restorasyon Uzmanı Yakup HAZAN'ın ofisine konuk olduk ve ufuk açıcı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yakup Bey, işleri takip edilen başarılı bir mimarsınız. İdealiniz mimar olmak mıydı? Bize biraz Yakup Hazan’ın mimarlığa giriş sürecinden bahseder misiniz?
Y. H. : Benim idealim makine mühendisi olmaktı. O zamanlar ön kayıt ile üniversitelere başvuru yapılıyordu. Üniversiteler de ön kayıt yaptırmış olan öğrencilerden bölümlere seçim yapıyorlardı. Bu sistem ile Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’ne ön kaydımı yaptırmış idim. Tercihlerimi çok net hatırlıyorum. Birinci sıraya makine mühendisliği, ikinci sıraya mimarlık ve üçüncü sıraya da elektrik mühendisliğini yazmıştım. Listeler açıklandı ve mimarlık bölümüne kabul edildim. Bu şekilde fakülteye girdikten bir ay kadar sonra listelere baktığımda puanımın makine mühendisliğine yeterli olduğunu görmüştüm fakat şimdiki gibi bilgisayar sistemleri olmadığı için kayıt işlemleri el ile yapılıyordu. Bu kayıt sistemi içinde mimarlığa tesadüfî olarak giriş yapmış oldum. Bu bir aylık sürede yapılan sınavlarda başarı yakalamıştım. Önceki idealimden yani makine mühendisliği isteğimden dolayı kısa bir süre gerilim yaşasam da mimarlıkta kaldım, mimarlığı çok sevdim ve de okulu birincilik ile bitirdim.
Ofisinizi mezuniyetinizden hemen sonra mı kurdunuz acaba, süreç nasıl gelişti?
Y. H. : Mezun olduktan sonra master yapmaya karar verdim. ODTÜ ve İTÜ’de bu imkan vardı ya da yurtdışına gidilmesi gerekiyordu. Ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde master yaptım. Master konusu için mimarlık üzerine çalışmak istemedim. Bunun sebebi de 2. sınıftan beri çalışıyor olduğum için kendimi zaten mimarlığın içerisinde hissetmemdir. SİSAG’da (Sistem İşletme Servis Araştırma ve Geliştirme) çalışmıştım ve bu tecrübe beni şekillendirmişti. Master için de mimarlığın yanına artı bir bilgi katmanın daha değerli olduğunu düşünmüştüm. Öncelikle şehir planlamada çalışmak istedim fakat mimarlar bu bölüme kabul edilmiyordu. Ben de restorasyon bölümünü tercih ettim ve eğitimimi başarıyla tamamladım. Bu arada master diyorum fakat o zaman restorasyon bölüm idi. İkinci senemde Gecekondu Önleme Bölgeleri ve Geri Kalmış Yörelerde Kiralık Konut Ulusal Mimari Yarışmasında sıcak iklim bölgesinde birincilik ödülümü aldım ve 1982 yılında mimarlık ofisimi de bu şekilde kurmuş oldum. O gün bugündür de 35 yıldır kendi ofisimde hem mimari projeler, hem restorasyon projeleri yapmaya devam ediyorum.
Günümüzde mimarlık ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Y. H. : Mimarlığın yapısı artık değişiyor. Bunu anlamak için Dünyaya bakmak lazım. Dünyada hayat artık farklı bir düzende işliyor. 10 sene sonra şuan adını hiç bilmediğimiz meslek grupları ön plana çıkacak. Mimari çizim argümanları değişiyor. Sadece iki boyutlu çizimler günümüz yapıları için yeterli olamıyor. Üç boyutlu çizim teknikleri, model çalışmaları olmazsa olmaz. Bunu somut olarak ifade etmem gerekirse özellikle büyük ölçekli binalarda mühendislik hizmetleri ile mimari projenin süperpoze çalışmaları yapılırken gereksiz alanların bırakıldığını görebiliyoruz. Belli bir tavan boşluğu bir mahalde gerekli iken diğerinde gerekmiyor, kullanılan alanın verimliliğini ancak modelleme çalışmaları ile kontrol edebiliyoruz. Model yaptığınız zaman mühendislik gerekleri de modele ilave ediliyor, orada birçok detayı görme şansını yakalayabiliyoruz. Bu mimarlığın zamana adapte olmasını sağlıyor.
Hazan Mimarlık olarak teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Örneğin ofisimizde lazer kesici ve 3D printer bulunuyor. Farklı formlarla çalışma alt yapısını oluşturmak günümüzde çok önemli bir konu oldu. Düşündüğümüz bir tasarımı rahatlıkla somutlaştırabiliyoruz. Düşündüğümüz herhangi bir nesneyi rahatlıkla karşımızdakine anlatabileceğimizi biliyor olmamız bizde hayal gücü engelsizliği yaratıyor ve daha farklı şeyler yapma şansını yakalamamızı sağlıyor. Mimari de tasarlanan ürünü insanlara üç boyutlu olarak göstermek o ürünü anlatmanın en güzel biçimidir. Görmeden aktarılan bir şey herkeste farklı çağrışımlar yapabiliyor. Bu etkileyiciliği arttırıyor olsa da mimaride durum daha farklı. “Mimarinin tasarım yönü var ki burada ucu açıklık önemli, imalat boyutu var ki burada da detay çözümü önemli.”
Ucu açıklık kavramını biraz açabilir misiniz?
Y. H. : Ucu açıklıktan şu şekilde bahsedeyim; mesela romanlar her okuyanın kendi hayal gücüne bağlı olarak farklı hayaller yaratır. İnsanlar bu yüzden romanları kendi hayallerine göre yorumlama özgürlüğüne sahiptir. İtalyan yazar Umberto Eco’ nun Açık Yapıt eserinde, bir sanat eserinin ucunun açık olmasından bahseder. Picasso’nun tabloları da böyledir. Klasik tabloda her şey net ve belirgin iken Picasso’da karmaşıklaşmıştır. Bir hayal gücü boşluğu bırakılmıştır. Aslında günümüzde hayat tam da Picasso’nun tabloları gibi iç içe geçmiş ve karışıktır. Her şey klasik dönem tabloları gibi açık değil, bir sürü iç içe geçmiş durum ile karşı karşıyayız, mimarlıkta da durum böyle. Tek doğru diye bir şey söz konusu değil, farklı doğrular var. Bu aslında büyük bir zenginlik yapıyor. Farklı düşünceler bir araya geliyor. Önemli olan o farklı düşünceleri kabul edebilmek ve birleştirmek.
Gerçeklik bir tanedir, fakat doğru bir tane değildir. Herkesin kendine göre farklı doğrular vardır. Günümüzde hayat daha farklı akıyor. İnsanların kendilerini ifade etmelerinin yolu çok fazla arttı, çok fazla çeşitlilik var, çoğulcu bir ortam var. Önemli olan bu farklılıklara saygı duymaktır. Mimarlık da bana göre hayatın kendisidir. Hayat bu kadar farklı doğruları bir araya getiriyor ise veya farklı düşüncelerin ifade edildiği bir ortama dönüşüyor ise mimarlık da tamamen bunun aynası oluyor.
Bunlar fark edildiği zaman tasarımı da bunlar üzerinden yapmaya başlıyoruz. Tasarımı bu bilinçle yapar ve buna da inanırsanız başarı kendiliğinden geliyor. Her hangi bir konuda karar veriyorsunuz diyelim boşluk bırakacaksınız. Aslında bu boşluğu insanın kendisine de bırakması gerekiyor. Çünkü günümüzde hayata ait kurgu bunun üzerine kurulu, bu şekilde değiştirme şansını da yakalamış oluyorsunuz.
Biz de tasarımlarımızı yaparken, farklı bakacak gözün sanki üstüne bir şey koyacakmış gibi hissettiği bir boşluk bırakıyoruz. Bir yandan da üretim tekniklerini araştırıp hayallerimizi imal edilebilir hale getiriyoruz.
Mimari büroda üretiminizden bahseder misiniz?
Y. H. : Eski ile kıyaslayabiliyor olduğum için rahatça söyleyebilirim ki, mimari bürolarda ekiplerin yapısı değişti. Eskiden mimarlık ürününü büroda yapıyorduk. İdareler mesleki kontrollük hizmetini genellikle vermiyorlardı, mimarlar projelerini büroda bitiriyorlardı. Proje üretimi artık öyle değil. Projeyi büroda bir noktaya kadar getirebiliyoruz. Biliyoruz ki projenin uygulama aşamasında gelişmesi gerekiyor. Açık bırakacaktık demiştim ya, tam bahsettiğim açık bırakma burada devreye giriyor. Örneğin büyük bir projede uygulama aşamasında taşeronlar devreye giriyor. Müteahhit bir organizatör olarak görev alıyor. Müteahhidin elinde sizin yaptığınız proje oluyor ama projenin imalatı için bir sürü başka firma ile çalışması gerekiyor. Sizin projeniz ortada ama o taşeronların olmadığı bir dönemde hazırlanmış bir proje oluyor. Taşeronla karşı karşıya gelmeye başladığınız zaman sizin projeniz öyle bir proje olmalı ki o taşeronun yapabilme yeteneklerine uymalı. Taşeron sadece bir imalatı yapıyor, o imalatı çok iyi biliyor. Mimari bürolarda yapılmış olan projeler bir kaç şekilde imal edilebilir oluyor. Eğer proje seçilmiş olan taşeronun inşaat yapma yeteneği ile örtüşemezse o imalat iyi olmuyor. Zaman zaman doğrularınız için direnebilirsiniz fakat mimari o taşeronun imalat yeteneği ile örtüşüyorsa o zaman işler pırıl pırıl çıkıyor. Mimari ürünün kalitesi buna bağlı oluyor. Biz bunun için imalat çizimleri (shop drawings) sürecini de proje sürecine dahil ediyoruz. Örneğin İstanbul 3. Havalimanı Otopark projemizde işler devam ederken bizim ekibimizin bir kısmı hala orada çalışıyor. Bizim mutlaka taşeronlarla kesişmemiz lazım. Eğer mimar olarak sahada da durursanız güzel işler oluyor.
Sahada takip ediyor olmanız sözleşmesel bir durum mu peki?
Y. H. : Hayır, kesinlikle değil. İşinizi takip eder ve işinize sahip çıkar iseniz diğer işler kendiliğinden sizi bulur. Bir kere bizim işimizde; işin başında olmak, toplantılara bizzat katılmak ve şantiyede de takibini yapmak çok önemli. Şu cümleyi çok duymuş olabilirsiniz; ‘Ben bir çelik projesi yaptım, o kadar kötü uyguladılar ki uygulamaya baktım ve çelikleri kapatmak zorunda kaldım.’ Böyle olmamalı tabi. Çelik projesi yapıyorsanız bağlantı detaylarının teker teker mimar tarafından tasarlanması gerekir. Çelik projelerinin kontrol edilmesi gerekir, imalatın da kontrol edilmesi gerekir. Her şey sözleşme veya maddiyat değil. Örneğin Erzincan, Kars ve Hatay Havalimanlarında ben bunu uyguladım. Biz süreci tasarım ve imalat şeklinde bütün olarak görüyoruz. Bu şekilde yapılınca da iyi ve kaliteli işler ortaya çıkmış oluyor. Erzincan ve Hatay havalimanı projelerim Ağa Han Ödülü’ne aday gösterildi ve finale kaldılar. İşinizi sahiplenir, sonuna kadar takibini yaparsanız sonra sizi bulurlar ve işlerinde size güvenirler.
Birçok Havalimanı Projesine imza atıyorsunuz. Havalimanları projelerinizin başlangıcı nasıl olmuştu?
Y. H. : Öncelikle ulaşım yapıları diye ana başlık olarak bakacak olursak, ben ulaşım yapılarına yarışma ödülleriyle başlangıç yapmış oldum. Antalya Otobüs Terminali projesinde birincilik ödülünü kazandım, Manavgat Otobüs Terminali’ni yaptım. 2000’li yılların başında da Devlet Hava Meydanları İşletmesi havalimanı projeleri yaptırmaya başladı. Öncelikle yabancı mimarlar tercih edildi. Atatürk Havalimanı bu şekilde yapılmış bir projedir. Uygulama sırasında da yasal olarak Türk mimarların devreye girmesi gerekiyordu. Ben de o zamanlar Türkiye Serbest Mimarlar Derneği yönetim kurulunda idim. Türk mimarların devre dışı bırakılmasına Mimarlar Odası ile beraber karşı çıktık. Sonrasında idare yarışmaları Türkiye’ de açmaya karar verdi. Benim havalimanlarına karşı talebeliğimden beri ilgim vardı ve araştırıyordum. Airport dergisi yurtdışından ücretsiz geliyordu , o dergi bana düzenli olarak uzun yıllar geldi. Sonra yarışmalar çıktı. Ankara Esenboğa Havalimanı Yarışmasında 2. oldum. Sonra İzmir Adnan Menderes Havalimanı Yarışması açıldı ve 1. oldum. Dalaman Havalimanı Proje yarışmasında da 3. oldum. Bu performansı gösterince de peşinden bir sürü havalimanı projesinde imzam oldu. Kısaca havalimanı ve otobüs terminali yarışmalarında kazandığımız ödüller bizi ulaşım yapılarında öne çıkardı.
Havalimanları projeleri uzun yıllar hizmet edecek projeler, sonra olacak gelişmeleri tasarımınıza ekliyor musunuz?
Y. H. : Havalimanı projelerinde sadece terminal binasını yapmak olmuyor. Muhakkak gelişmelerini de beraberinde yapmak durumundasınız. Havacılık sektörü çok hızlı gelişiyor. Havalimanı projeleri tasarlanırken bir kaç çeşit gelişme söz konusu olmaktadır. Bir tanesi binanın kabuğunu, hacmini değiştirmeden mikro gelişme dediğimiz kendi içinde kapasitesini arttırma rezervleri bırakmanız lazım. İkincisi binayı büyütmeniz. Ama binayı büyütmeye başladığınızda apron büyüyecek, apron büyüdüğü zaman uçaklar fazla olacak, pist yetmeyecek bir başka pist ilave edilecek, dış hatlar yanına yeni bir tane iç hatlar yapalım denilecek. Genellikle önce iç hatları ve dış hatları beraber yapıyorsunuz sonra iç hatlar ayrı olarak yapılıyor. Haliyle tek bir proje yapıp teslim edemiyorsunuz, gelişmelerini de yapıyorsunuz ve nasıl olacağını gösteriyorsunuz. İzmir Havalimanı proje yarışmasında jüri gelişmeleri de beraber istediği için yarışma projesinde gelişmeleri tasarladık.
Çelik Yapı Tasarımı konusunda uzman bir mimarsınız diyebiliriz, bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Y. H. : Mimari çelik tasarımı konusunda Türkiye’ de önemli olduğumuzu düşünüyorum. Örneğin Sivas Havalimanı projesinde kolonların başlıklarını çelik döküm olarak tasarladım. Bunu yapmak istiyorsanız döküm işleri ile uğraşmak zorundasınız, uğraşmazsanız yapılamaz. Sonra diğer havalimanları tasarımlarımızda da döküm kolonlarını kullandık. Çünkü bu konu ile ilgili deneyim kazandık. Yapımcı firmalar bu işleri yapar yeter ki ikna etmek için bilginiz olsun. Onu hem daha iyi olacağına inandırmak lazım, hem de seri imalat olduğu için diğer imalatlardan maliyetli olmayacağını anlatmak lazım. Bu nasıl oluyor derseniz; mesela sanayilerde gezmeye bayılıyorum. Boş zamanlarımda sanayi de vakit geçirmeyi seviyorum. Atölyelerde yetenekli mühendislerin olduğunu, ileri teknolojilerin kullanıldığını görürsünüz, çeliğin nasıl işlendiğini görürsünüz. Dökümhaneye giderseniz mimari olarak bunu kullanırım diye düşünebilirisiniz ama nasıl yapıldığını da bilmeniz lazım, sürecini de bilmeniz lazım. Pota da çeliği eritiyorlar, karışım yapıyorlar. Döküm çok sağlam birşey değil, çelik döküm yapmanız lazım. Potaların bir hacmi var. Diyelim bir atölyeninki yarım metreküp alabiliyor iken diğer atölyelerde farklı oluyor. Mimar olarak öyle bir tasarım yapmanız gerekli ki hacmi normal bir atölyenin potasında eridiği zaman cevher dökülünce sizin tasarlamış olduğunuz objeyi yapabiliyor olmalı. Eğer siz bunu büyük yaparsanız imalatı atölyeler de yaptıramazsınız. Fabrikaya gitmesi lazım fabrikaya giderse imalatın maliyeti artar. Yani mimar aslında bu veya buna benzer imalatları bilerek tasarımını yapmalıdır.
Uzun yıllardır üniversitelerde tasarım stüdyolarında da çalışıyorsunuz bu konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Y. H. : Eskiden usta çırak diye bir şey vardı o devir artık kapandı. Bilgi daha azdı, bilgiye ulaşmak zordu. Bu sebeple de kişilerle bilgi aktarımı yöntemi vardı. Şimdi teknoloji ile birlikte bilgiye erişim çok kolay oldu. Günümüzde o bilgiyi nasıl kullanacağınız önemli oldu. Doğru çeşitliliğinden sözün başında bahsetmiştik bununla bağlantılı olarak bir talebemin benim doğrumu öğrenmesini ona dikte edemem. Önemli olan ona bir vizyon vermektir. Onun doğrularını geliştirmeye çalışmak, onun hayal gücünü geliştirmeye çalışmak, uluslararası alanda bu işler nasıl yapılıyor, neler yapılıyor bunun farkına varmasını sağlamak gerekir. Belki biraz benim neyi nasıl yaptığımı görmesi iyi olabilir, fakat ben hiçbir zaman benim doğrumu kabul ettirmeye çalışmam. Gençlerin özgür iradeleri ile bir şeyleri yapıyor olması benim için önemli. Mimarlık 1. Sınıfta olan öğrenciden ne beklediğini iyi bilmek gerekir. Onu şekillendirmek için tek yapmamız gereken onun özgünlüğünü yitirmesine engel olmaktır. O özgünlüğünü yitirirse artık mimarlığa bağımlı bakar ve bunu ancak benim gibi çok fazla işi bir arada yapan insanlar belki fark edebilir. Ben 20 seneden bu yana Gazi Üniversitesi’ndeyim. Projesinde zihinsel bir düşünceye takılmış öğrenci ile özel olarak ilgilenirim. Oradan kendine ait, kendine özgü bir şeyler yapan birisi çıkarsa o bu topraklarda yaşadığı için, bu topraklarda bu kültürü aldığı için buraya özgün bir şeyler çıkartabileceğini düşünüyorum.
Bu sebeple okullardaki hocalara çok fazla görev düşüyor.
Bu değerli sohbet için size çok teşekkür ederiz.
Y. H. : Ben teşekkür ederim.