Berna TANVERDİ : “Yapıların, kent – mimari kabuk – İç mekan Üçlü bütünlüğü İçinde ele alınarak tasarlanması İlkesi İle sayıca az, nitelikli İşler üretme hedefiyle çalışıyoruz.”
İstanbul Render sponsorluğunda bu hafta Yüksek Mimar Berna TANVERDİ' nin Bilkent' teki ofisine konuk olduk. Güleryüzü ile bizi ağırlayan Tanverdi ile çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Berna Hanım bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
B. T. : Henüz mimarlık mesleğinin ne olduğunu bilmediğim yaşlardan itibaren mimar olmak istemiştim. Bebeklerle oynadığım çok küçük yaşlarımda bebekler kenarda durur, ben onlara ev yapardım. 70’li yıllarda şimdiki oyuncak sektörü bu zenginlikte değildi, iyi ki de değildi, çünkü bitmiş ve eksiksizce tasarlanmış bebek evleri yoktu, ben sadece kibrit kutuları kullanarak ev mobilyaları yapabiliyordum. Annemin dikiş malzemeleri en değerli envanterim olurdu, makaralardan lamba, ipliklerden mukavvalardan, dikiş malzemelerinin tüm artık ürünlerinden çeşitli ev mobilyaları üretirdim. Günümüzün dev Barbie sektöründe küçük bir kız çocuğuna kibrit kutularından ev yapmasını söyleseniz, pek hoşuna gitmez sanırım. Elbette sonrasında mimarlık mesleğinin iş imkanlarını, olanaklarını bilmeden; pragmatik açıdan bakılırsa bilinçsizce ama aslında kişisel eğilim, içten gelen istekler ve kişilik açısından bakılırsa son derece bilinçli olarak, gerçekten mutlu olacağım bir meslek seçimi yaptığımı düşünüyorum. ODTÜ Mimarlık’ta okumak hayalimdi ve gerçek oldu, sonrasında da hep kendi ofisimi kurmak, hem yaşantımda hem mesleğimde kendi çizdiğim çerçeveler içinde özgür olmak hayalim de gerçekleşti.
Akademi ile bağınızı ve mimarlık dünyasında bugüne kadar nasıl bir yolculuk yaptığınızı anlatır mısınız?
B. T. : ODTÜ Mimarlık Bölümünden mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimim için Amerika’ya gittim. ABD’ de, Miami Universitesi’nde, “New Urbanism” akımının kurucuları Elizabeth Plater-Zyberk ve Andres Duany ile birlikte kentsel tasarım konularında çalıştım. Aynı zamanda Yale Üniversitesi’nde de dersler veren Duany ve Zyberk ile çalışmak özellikle kentsel tasarım konularında Amerika ve Avrupa kentlerinin tarihi ve güncel gelişimi, dolayısıyla mimarlık-kent bağlamının çok boyutlu ilişkileri üzerine çok önemli bir deneyim oldu. Bu program kapsamında Bauhaus’ta bir sömestr ve Roma’da bir sömestr tasarım stüdyolarına katıldım. Lisans eğitimimden hemen sonra bir Amerikan okulu, öğrenci ve eğitim kadrosu ile birlikte, böyle bir program kapsamında, Amerika-Avrupa arası seyahatler ve mimarlık eğitimi, henüz meslek pratiğine başlamamışken benim için çok değerli bir altyapı oluşturdu. Roma ve Berlin’deki eğitim süreçlerinde hocalarımızla birlikte çok seyahat ettik, ayrıca her fırsatta biz öğrenciler de trenle Avrupa’nın pek çok şehrini gezdik. Mimarlık için akademik çalışmalar kadar, gezmek, görmek, deneyimlemek de çok önemli. Roma’daki eğitim süresince her gün ders sonrası Pantheon’a gider, önündeki meydanda saatlerce dünyada en sevdiğim, beni en çok etkileyen yapıyı izlerdim. Kolonadları altında futbol oynayarak büyüyen çocukların mekan algısının nasıl gelişeceğini düşünürdüm.
Yüksek Lisans eğitimimi tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm, bazı yarışmalarda kişisel ve ekip olarak ödüller kazandıktan sonra kendi ofisimi kurdum. Aynı zamanda ODTÜ’de doktora çalışmalarıma başladım ve araştırma görevlisi olarak 4. sınıf tasarım stüdyo derslerine girmeye başladım. Böylece ODTÜ’de hem öğrenen, hem öğreten rolleriyle başlayan eğitim süreçlerinin her iki tarafında rol alma deneyimine çok inandığım için bu böyle devam etti. Erken dönemde başlayan mesleğin pratik tarafında olsam da kuramdan ve okuldan, eğitimden hiç kopmadım. Halen Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak tasarım stüdyosu derslerini yürütüyor ve aynı zamanda, mimarlık pratiğinin kuram ile ilişkisini dert edindiğimden ODTÜ’de doktora çalışmalarıma mimaride teori ve pratik konusu üzerinde devam ediyorum. Bu, hiç durmadan hayatımıza entegre etmemiz gerektiğine inandığım ‘sürekli eğitim’ konusunda çift yönlü bir gelişme/geliştirme çabası.
Mimarlık mesleğinin yapı üretme eylemi dışında başka alanlarda da çalışmalarınız var mı ?
B. T. : Konusu ve alanı gereği kendi içine dönük olmaması gereken mimarlık mesleğini profesyonel olarak pratik etmekle beraber, eğitim dışında, seramik çalışmalarım, eskiz çalışmalarım –sanatsal diyemeyeceğim- ama tam olarak teknik de olmayan, teknikten ayırmak adına, bir parça keyfilik ve kişisellik barındıran konularla da hobi seviyesinde ilgileniyorum. Seranit firması ile TSMD ortak projesi Archi-Tiles serisini çıkardığımızda, birebir tasarladığımız karolar üretildi ve satış bandına alındı. Son derece heyecan verici bir projeydi, bina ölçeğinden 60x120cm’lik karo ölçeğine inerek tasarım yapmak; eskiz, kalıp, imalat aşamalarını, fabrika üretim süreçlerini birebir yaşamak vb. Ayrıca farklı üniversitelerde, mimarlık öğrencileri için, mimarlığın profesyonel ve disiplinlerarası süreçlerini, tüm mimari ve mühendislik projelerinin superimpoze edilerek deneyimlendiği, Archi(PR)act atölye çalışmalarını Öğretim Görevlisi Selen Duran ve Öğretim Görevlisi Fadime Yılmaz ile birlikte gerçekleştiriyoruz. Mimarlık eğitiminde ‘pratik’ ve ‘kuram’ dengesinin öğrencilerle birlikte gerçek proje süreçleri üzerinde deneyimlenmesi hedefi ile Türkiye’de farklı üniversitelerde Archi(PR)act atölye çalışmaları düzenliyoruz. Bir yapının ortaya çıkması sürecinde mimari tasarımın yanında mühendislik projeleri, danışmanlık hizmetleri ve diğer pek çok farklı disiplinin entegre olduğu çok-katmanlı yapıyı öğrencilerle birlikte gerçekleşmiş bir yapı üzerinde detaylı inceleyerek analiz etmek ve sonuç özetlerinin sunuşu ve değerlendirilmesi ile sonlanan bir atölye deneyimi Arch(PR)act. Öğrencilerin ancak mezun olup bir ofiste çalışmaya başlayınca deneyimleyecekleri, gerçek hayat senaryolarının sıkıştırılmış kompakt bir düzende yeniden canlandırılması olarak özetleyebiliriz bu süreci.
Ofisinizin felsefesini öğrenebilir miyiz?
B. T. : Projelerimizde yapıları kentsel doku içinde, çevresi ile ele alan, ağırlıklı olarak konut projeleri üreten bir ofisiz. İnşaat sektörünün kar/hız döngüsü içinde yer almak yerine, son kullanıcılarla birlikte çalışmayı, onların “hayaller”inin gerçeğe dönüştüğü, bireysel yaşam koşullarını yakından tanıyarak, yaşam şeklinin mimariyi şekillendirdiği yapıların, “kent – mimari kabuk – iç mekan” üçlü bütünlüğü içinde ele alınarak tasarlanması ilkesi ile sayıca az ve nitelikli işler üretme hedefiyle çalışıyoruz. Bu inançla uzun soluklu projelerde, işverenlerle çoğunlukla dostluğa dönüşen yakın temas çalışma süreci sonucu ‘kişilere özel’ mekanlar yaratmak hedefimiz.
Sizin için en özel veya önemli proje hangi projenizdir?
B. T. : Bütün projelerimin yeri ayrı tabii, fakat mutlaka birini seçmem gerekirse, Ortaç Villası pek çok açıdan benim için ayrı bir yerde. Bu sene Berlin’de, Bauhasu’un 100. yılı etkinlikleri kapsamında “Türkiye’de Çağdaş Konut Mimarlığı Sergisi” için açılan yarışmada seçilerek, Berlin Mimarlar Odası’nda sergilenen Ortaç Villası, 2008 yılında tamamlanan bir müstakil konut projemiz. Ev sahipleri ile dostluğa dönüşen işveren-mimar ilişkimizin yakınlığı sayesinde gerçekten yaşam biçimlerine uygun, detayları düşünülmüş, tasarlanmış bir kabuk yarattık. Özel konut projelerinin, son kullanıcının beklentilerine, ihtiyaçlarına, yaşam felsefesine göre tasarlanması, her projeyi zaten çok özel kılıyor.
BT Mimarlık için ev-ofisiniz tasarlarken süreç nasıldı ?ev-ofis çalışma düzeni hakkında ne düşünüyorsunuz ? veya ev-ofis projenizde en özel tasarımınızı anlatır mısınız ?
B. T. : 2019’da kendi yaşam ve çalışma alanımı tasarlama ve yapma şansım oldu. Sadece dış duvarların kaldığı yıkım işleminden sonra, tüm daireyi yeniden inşa etme sürecinde işveren-mimar-uygulayıcı oldum. Uzun yıllardır ayrı ayrı bu üç konumda çalışmış olduktan sonra bu kez, üç şapkayı aynı anda takmak ilginç bir deneyim oldu benim için, ve tabii büyük bir keyif. Bütçe dışında sınırlayıcı hiç bir şey yoktu. İş ve yaşam alanlarım zaten hep iç içe oldu. Mesleğimizin mesai saatleri içine sığmayan doğası gereği geceleri veya sabahın çok erken saatlerinde çalıştığım için, aslında bu yaşam şekli de büyük bir özgürlük alanı sağlıyor. Özellikle zaman konusunda, kendi programımı yapabilmek, çalışma saatlerimi ayarlayabilmek benim için çok önemli. Bu projenin tasarımında da başlangıç noktası “Uzun Masa” oldu. Tasarımın öncelikli kriterlerini belirlemek için “zamanımızın en büyük kısmını nerede geçiriyoruz?” sorusunu sorduğumda cevap hem ofis hem de ev için, kesin ve net olarak ‘masa’ oldu. Çocuklarımla beraber, çalışma, yemek yeme, atıştırma, arkadaşlarımızla sohbetler, ödevler, araştırmalar vb. aslında hemen hemen bütün zamanımız masa başında geçiyor gerçeğinden yola çıkarak, 360cm uzunluğunda tüm bu işlevler için esnek kullanabileceğimiz bir masa, tasarımın odağı oldu. Mutfak ve salon arasında yer alacak masa, yoğun çalışma ve toplantı zamanları ofis tarafına, yemek zamanları da mutfak tarafına doğru uzayabilen, esnek bir yapıya sahip olmalıydı. Böylece ayaksız, çelik bir omurga ile taşınan ve bu omurgaya sabitlenmediği için ihtiyaca göre iki tarafa da uzayabilen çok amaçlı bir masa, gerçekten de tam kurguladığım gibi, gün içinde yaşamımızın odağı oldu. Çoğunlukla konutlarda mutfakta bir aile masası, salonda misafir masası, bir de çalışma masası bulunur. Üç masa yerine tek bir “uzun masa” çok amaçlı ve esnek bir yüzey olarak tüm farklı yaşam şekillerimize adapte oluyor.
Peki, meslek hayatım boyunca mutlaka bir …(alışveriş merkezi, okul, bar) tasarlamalıyım dediğiniz bir mekân tasarımı veya yapı tasarımı var mıdır?
B. T. : Çocukların yaratıcılığını ortaya çıkartmaya yönelik bir mekan tasarlamak isterdim, biz büyükler bazı kalıplarla düşündükçe algımızda da farkında olmadığımız sınırlar oluşuyor zamanla. Çocuklar ise tüm hayata baktıkları gibi mekan algıları da sınırsız, kalıpsız ve henüz elastik. Tam bu elastik olduğu yaşlarda farklı mekansal deneyimlere de çok açıklar. Didaktik olmaksızın veya formal eğitim kalıplarını kullanmaksızın, sadece mekansal deneyimler üzerinden yaratıcı, sorgulayıcı, bireyler yetişmesinde mimarlık ve pedagoji alanları arasında bir arayüz yaratma süreci içinde çalışmak, araştırma yapmak, bu bakış açısında interdisipliner bir projenin içinde yer almak isterdim.
Mimarlık mesleği ve kişinin karakteri konusuna nasıl bakıyorsunuz, sizce meslekte başarı için yetenek ve bilgiden bağımsız olarak karakter ne kadar önemli? Bir mimar için olmazsa olmaz özellikler nelerdir?
B. T. : Her meslek için belirli karakter özellikleri önemli olur her zaman fakat, henüz 18-19 yaşlarında mesleğe eğitim aracılığıyla adım atıp sonrasında 20-30 yıl her gün o meslek içinde yoğrulunca (hele mimarlık sabah 9 akşam 6 biten, mesai saatlerine sıkıştırılıp sonrasında zihninizden çıkarıp atabildiğiniz bir meslek değil) bilakis çok içselleştirdiğiniz, sizi alıp içinde öğüten bir meslek. O nedenle karakterin ön uyumu kadar aslında, süreç içinde mimarlık da sizi kendisine uyduruyor. Zamanla daha sabırlı, detaycı, ayrıntılara fazlasıyla özen gösteren biri haline dönüştürüyor meslek mimarları. Elbette zaten bu kişilik özelliklerine sahip olanlar belki daha az zorlanarak, daha hızlı yol alıyorlardır.
İşinizin zorlukları ve güzelliklerine değinecek olursak bu konuda neler söylemek istersiniz? Ve Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?
B. T. : Genellikle bu tür sorulara Türkiye’de her şeyin zor olduğu gerçeği ile başlayan karamsar bir tablo çizilir. Evet mimarlık mesleği açısından çok pembe bir tablo çizmek kolay olmayabilir fakat her coğrafyanın ve her mesleğin farklı zorlukları, aşılması gereken engelleri var. İlk tavsiyem zorluklardan yılmamak, tökezleyince daha da güçlenerek devam etmek. Bilginin ve eğer bilmiyorsak da bilmediğimizi bilmenin en büyük güç olduğuna inanıyorum. Sonrasında güven inşa edebilmek, sabırlı olmak, mesleği sevmek, ayrıntılardaki güzelliklerden keyif almayı öğrenmek mesleğimizi yapma sürecini daha keyifli hale getiriyor. Keyif alma bizim mesleğimizde önemli, çünkü ancak keyif alarak çalışırsak keyifli mekanlar yaratabileceğimizi düşünüyorum. Sadece para kazanmak, geçim sağlamak için yapılması kolay olmayan bir meslek mimarlık, çok fazla özveri gerektiriyor çünkü. Bir o kadar da aslında keyif almanın mümkün olduğu bir alan, kağıt üzerindeki çizgilerle yoktan var edebiliyoruz, olmayan bir şey ortaya çıkartma, hayalleri gerçekleştirme, yoktan var etme, kısaca yaratma gücümüz var. Ve o mekanlar insanların hayatlarını değiştiriyor. Kaç mesleğin elinde böylesi bir güç var? çok az. Dolayısıyla bu gücün farkında olmak bile getirdiği sorumluluk kadar haz verici bir şey. Mimar adaylarımıza bu gücün farkında olmalarını, getirdiği sorumluluk ve hazzın bilinci ile keyif alarak çalışmalarını öneririm. Mimarlık mesleği aslında sadece yapı üretmek değil, pek çok farklı alanı var ve önemli olan aslında hangi alanında, hangi rolde bu mesleği icra etmekten mutlu olacağını bulmak. Bunun için de mezuniyet sonrasındaki bir kaç yılı farklı alanlarda çalışarak, dünyayı görmek gezmek için zaman ayırarak geçirmelerini tavsiye ederim genellikle öğrencilerime. Ne istediğinin arayışında olmak, nerede nasıl mutlu olacağını bulmak, bunun için de birkaç yılı ayırmak, aslında sonrasındaki 30-40 yıl sürecek (mimarlık için çalışma yılları çok uzun) meslek hayatı için oldukça önemli bir adım.
Berna Hanım bize vakit ayırdığınız ve bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.
B. T. : Ben teşekkür ederim.