Esra KESTİRENGÖZ:“Kendi ofisinizde daha çok sorumluluğunuz var ama ofis sizin çocuğunuz gibi olduğundan sıkıntıları göğüslemek daha kolay oluyor.”
Salgın hastalıkla evde kalarak mücadele edilen bugünlerde Mimar Esra KESTİRENGÖZ İstanbul Render sponsorluğunda uzaktan konuğumuz oldu ve bizi kırmayıp sorularımızı cevapladı.
Esra Hanım, bize biraz kendinizden ve Esra Kestirengöz Design Studio’ nun kuruluşundan bahseder misiniz?
E. K. : İstanbul doğumluyum. Kökenimiz Arnavuttur fakat 5 kuşaktır İstanbul’da yaşayan bir ailede büyüdüm. Spor tutkusu olan bir ailede büyürken sporu sevmemek olmazdı. Lisanslı basketbol, voleybol oynadım. 20 senedir de snowboard yapıyorum. Üniversitemi Türkiye’ de bitirdikten sonra Los Angeles’a taşındım. Amerika’da hem okuyup hem de dünyanın her yerinde iş yapan bir inşaat firmasında; önce stajyer olarak çalıştım daha sonra ise full time işe başladım. Daha sonrasında edindiğim tecrübelerle, İnşaat Mühendisi ortağım ile birlikte kendi işimi kurdum. 4 sene süren bu ortaklıkta birçok başarılı projeye imza atılırken ünlü NBA, NFL oyuncuları ve Hollywood aktör ile aktrislerine özel projeler yaptım. Los Angeles’ta 11 yıllık okul ve çalışma hayatım 2011 yılının sonunda İstanbul’a dönmem ile son buldu. Türkiye’de ise 8 yıl Eren Holding bünyesinde Mimari Departman Direktörlüğü yaptıktan sonra ‘Esra Kestirengöz Design Studio’ ismiyle yeni bir serüvene başladım.
Ofisinizin bugüne kadar nasıl bir yolculuk yaptığını anlatır mısınız?
E. K. : Yurt dışında şirket kurup kendi işimi yapmayı deneyimleme fırsatım olmuştu. Tabii ki orası kültürel olarak çok farklı olduğundan ve sanırım gençliğin de verdiği büyük cesaretten daha kolay gelmişti. Türkiye’de ise korkuyla başladım fakat hayatta en çok güvendiğim şey olan ailemin manevi desteği vardı. Ayrıca 8 sene boyunca Mimari Departman Direktörlüklerini yaptığım Eren ailesinden de destek aldım. Açıkça söylemem gerekirse de desteğe de bu dönemde çok ihtiyacım oldu. Sadece kendi isteğim hevesim, inancım ve bu yönde biriktirdiğim deneyimlerim vardı. Bu anlamda bir akıl hocam olsun çok isterdim fakat ne mutlu bana güzel insanlar biriktirmişim ki birçok akıl hocam ve yol göstericim oldu.
Mimarlık ofisi açtığınızda sadece mimarlık yapabileceğinizi zannediyorsunuz ama maalesef öyle bir şey yok! Finans bilginizin olması gerekiyor, yöneticilik bilmeniz gerekiyor. (Sanırım uzun seneler sonrasında en iyi yaptığım şey😊) Meslek hayatımda junior zamanımı aştıktan sonra hep yöneticilik yaptım.
Aynı zamanda şirketinizin de bir marka olarak konumlandırılması gerekiyor. Bu anlamda PR işin en önemli kısmını oluşturuyor. Bu konuda da bilmedigim için bana yol gösterici çok iyi bir ajans ile ilerliyorum.
Yani aslında bu işte büyük şirketlerde olan departmanları sizin küçük küçük kendi bünyenizde yapıyor olmanız gerekiyor. Herkesin kendi şirketi olduğunda daha az çalışırsın gibi bir inancı var, bu inancın tersine daha çok çalışıyorsunuz. Tek kişilik şirketlerde bu role “süperstar” deniyormuş, sonradan öğrendim. 😊 Ama bizde böyle bir misyon olmadığı için veya eğitimimizden de böyle bir altyapı gelmediği için biraz deneme yanılma yöntemiyle öğreniyoruz. Biraz girişimci ruhu taşımanız gerekiyor. O anlamda zorluklar yaşadım, sürekli arkadaşlarıma sorarak, düşe kalka, hata yapa yapa öğrendim, hala da öğreniyorum.
“Kendi ofisinizde daha çok sorumluluğunuz var ama ofis sizin çocuğunuz gibi olduğundan sıkıntıları göğüslemek daha kolay oluyor”
Ekip yapınızdan bahseder misiniz bize? Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? Ofislerin ekip olarak sayıca artması konusuna nasıl bakıyorsunuz?
E. K. : Benimle çalışan 2 sabit çalışanım var. Ayrıca öğrencilerin uygulamalı olarak pratikte mesleklerini öğrenmelerini desteklediğim için dönemsel stajyerlerim oluyor. Bundan kısa bir süre önce örneğin proje yoğunluğuna göre daha fazla gelmeyi seven ve isteyen bir stajyerimiz var idi. Genelde proje bazlı büyüyüp küçülmeyi tercih ediyorum çünkü sabit eleman çalıştırmak çok makul olmuyor. Hem proje akışını bilemiyorsunuz, bir an çok iş olabiliyor bir an hiç iş olmayabiliyor. O yüzden bu sayıları esnek tutmak biraz daha mantıklı geliyor.
Ofisinizin felsefesini öğrenebilir miyiz?
E. K. : Esra Kestirengoz Design Studio olarak müşterilerimizle proje sonunda aile gibi oluyoruz, yani aslında Esra Kestirengöz Design Studio ailesine yeni bireyler katıyoruz ve biz de onların ailesinin bir parçası oluyoruz. Şeffaflık prensibini ön planda tutarak işimizi, insanların hayatını anlayıp, onlara saygı duyarak yapıyoruz.
Her yaptığımız işi önce işlevselliği ile değerlendirip sonra estetik açıdan süslüyoruz. Ben mimarlığın biraz daha keyifli bir kısmında kalmak istiyorum; biraz da duygusal ve idealist buluyorum kendimi.
Büyük patron olayım, emrimde 100 tane çalışan olsun değil de yaptığım iş butik bir iş de olsa gökdelen de olsa içinde bir karakter olması, bir yaraya parmak basması, belki bir yenilik getirmesi, bir konuda öncü olması, benim için bir projede en önemli noktayı oluşturuyor. Beni tatmin eden, mesleki tatminimi sağlayan şeylerden biri bu.
O anlamda projeyi ölçek veya konu olarak değil de nitelik olarak ayırmaya çalışıyorum. Tabii yeni açılan ofislerde çok fazla “ben bu projeyi istemem, o projeyi çizmem” deme şansınız olmuyor. Ama hedeflediğim nokta, geçici değil kalıcı ve insana değer veren bir mimarlık yapmak. İnsanların en özel alanlarına evlerine, ofislerine, yasam anlayışlarına ve tarzlarına göre onlara yardımcı olmak ve hayatlarına dokunmak.
Bize yaptığınız işlerden bahseder misiniz?
E. K. : Esra Kestirengoz Design Studio’ yu (EIK) kurduktan sonra yaptığım işler arasında konut, restoran, hastane bölümleri, seramik atölyesi ve mağazası, perakende mağazası, yeni kurulan bir oluşumun markalaşması gibi çalışmalar var. Onun dışında kurumsal kimlik ihtiyacı olan yeni kurulan firmalarla da çalışıyoruz. Başka arkadaşlarımla da işbirliği yapabildiğim ortamlar kurmaya çalışıyorum. Farklı sektörlerden iş ortaklarıyla çalışmak vizyonumu da geliştiriyor. Yeni kurulan bir ofisin kendini yürütme gibi kaygıları çok olduğu için iş peşinde koşmamız gerekiyor açıkçası. Network çalışmalarına büyük zaman ayırıyorum, doğru yer, zaman ve insanlarla olmaya çalışıyorum.
İç mimarlık projeleri yapıyorsunuz, işinizin zorlukları ve güzelliklerine değinecek olursak bu konuda neler söylemek istersiniz?
E. K. : Hepimizin de izlediği gibi son yıllarda inşaat sektörü ekonominin lokomotifiydi, ne yazık ki son bir senedir bu durum değişti. Hem fiziksel hem de ekonomik olarak inşaata doyduk. Bu anlamda biz mimarlara çok fazla iş imkanı doğdu. Ama ne kadarı nitelikli, tartışılır. Mesela Amerika’da 5 senede yaptığımız projeyi burada 1,5 senede yapıyorlar. Dolayısıyla işin niteliği de, sürdürülebilirliği de ona göre değişiyor. Planlanma aşamasından bütçe çalışmalarına kadar izlenmesi gereken bir süreç var, sonrasında binanızın kullanımına göre oluşturulacak kaçış planı ile başlayan ve yerleşimle, bina yönetimi ile devam eden süreç olmalı ve bunlar kafa yorularak, araştırılarak hazırlanmalı. Ancak bizde bu süreç ne yazık ki en küçüğünden tutun en büyüğüne kadar bu şekilde işlemiyor çünkü bir kişinin yaptığı yanlış mı doğru mu denilmeden örnek alınıyor, modelleniyor. Bu da çok fazla prototip/ayni proje yapılması sonuçları doğuruyor. Birbirini tekrar eden konutlar, hastaneler, restoranlar, oteller görüyoruz. Çünkü çok kısa sürelerde çok büyük işleri bitirmeniz bekleniyor. Zaten yönetmelikler çok sınırlı. Bazı müşterileri görüyorum mesela, “farklı bir şey olsun diye yabancı mimarla çalıştık” diyorlar. Yabancı mimara gelince inisiyatifler artıyor, ama Türk mimara gelince zaman kısıtlı, para kısıtlı. Rekabet ortamlarını destekliyorum ama haksız rekabete dönüşmemeli, aynı şartlarda rekabet olmalı. Yani yurt dışından gelen bir konsept projeye sınırsız bütçeler ayırıp sonra Türkiye’deki uygulama ofisine aynı şekilde davranmamak şartları dengesizleştiriyor. Ayrıca Türkiye’ de çok değerli ve başarılı mimarlarımız var. Meslektaşlarınız ve mesleğinizin değersizleştirilmesi sizi ve çalışanlarınızı yoruyor.
O noktada en önemli şey çalışanların moral motivasyonunun yüksek olması, mimarlık yapan insanların sadece maddiyatla beklentilerini karşılayamıyorsunuz. Mimarlık yapan insan sorumluluk almak istiyor, tasarım yapmak istiyor, söz sahibi olmak istiyor. O yetkileri verdiğiniz zaman daha çok verim alıyorsunuz bence.
Sizin için en özel veya önemli proje hangi projenizdir?
E. K. : Sanırım bu bir ebeveyne en çok hangi çocuğunuzu seviyorsun diye sormak gibi bu soru. Bizim de projelerimizi ayıramazsınız çünkü hepsinde o kadar emeğimiz var ki, kim bilir kaç gece o kadar çok gece uykusuzluklarınız ve uyusanız da rüyanızda projenizle yaşamanız var.
Ama zaman açısından etkileyen derseniz sanırım en son geçen sene bitirdiğim 40.000 m2’ lik 40 katlı ofis binası olabilir, hem manevi açıdan hem de deneyim açısından önemli bir yere sahip. Bir gecede 450 kişiyi taşıdık ve pazartesi sabahı insanlar geldikten bir saat sonra sanki yıllardır orada çalışıyorlarmış gibiydi. Sanırım bina ile uzun süre uğraştıktan sonra duygusal bir bağ kurdum. Hala gittiğimde mermerlerin üzerinde kutu bile çekiliyorsa zarar görecek diye tepki veriyorum. Bebeğiniz gibi oluyor projeler zarar veren her şeye tepki verirsiniz.
Sonrasında iki çok değerli seramik sanatçısının Nişantaşı’ndaki atölye ve mağazalarını tasarladık. Çok hızlı bir şekilde ilerlediğimiz projelerdi, uygulamaya geçti, iç mimari projelerdi. İç mimari projelerin en güzel yanı, uygulamaya çabuk geçmeleri. Sonuç ürüne çabuk ulaşabildiğiniz için tatmin edici bir yanı var. Ekonomik olarak çok net ve iç açıcı zamanlardan geçmediğimiz için insanlara; ofislerini evlerini yani yasam alanlarını küçük bütçelerle de tasarlatabileceklerini göstermiş olduk.
Şu anda da Istanbul Anadolu yakasında yapmakta olduğumuz bir yol yalısı ve bir de rezidans konsept projesi gerçekleşme aşamasında, aynı zamanda solar panelleri kullanabileceğimiz yeni kurulan bir firmanın açacağı şubeler için bir tasarım üzerinde çalışıyoruz. Eğer bu projemiz istediğimiz gibi ilerlerse harika bir iş olacak.
Peki, meslek hayatım boyunca mutlaka bir …(alışveriş merkezi, okul, bar) tasarlamalıyım dediğiniz bir iç mekan tasarımı veya yapı tasarımı var mıdır?
E. K. : Aslında var ama ne yazık ki yakın zamanda pek yapabilecekmişim gibi bir şey değil. Ben köprü tasarlamak ve yapımında çalışmak isterdim. Belki bir fırsat çıkarsa tasarımını mühendis arkadaşlarımızla yaparak sonrasında yaparken yanlarında olup verebileceğim tüm desteği vermek isterim.
Mimarlık mesleği ve kişinin karakteri konusuna nasıl bakıyorsunuz, sizce meslekte başarı için yetenek ve bilgiden bağımsız olarak karakter ne kadar önemli? Bir mimar için olmazsa olmaz özellikler nelerdir?
E. K. : Sanırım öncelikle aynı anda birçok konuyu düşünebilen, olaya müşteriden farklı bir pencereden bakıp olabilecekleri önceden görebilen ve vizyon sahibi olmalı. Bana göre diğer en önemli özelliklerden biri de müşteriyi anlayan, hayatlarına saygı duyan ancak kendi duruşu olan biri olmalısınız yani eğer siz mesleki açıdan bir konuda haklılığınıza ve eğer yapılmazsa olamayacağına inanıyorsanız kibarlığınızı ve saygınızı bozmadan müşterilerle gerekirse kıran kırana mücadele etmelisiniz. Çünkü projenin yüzde yüze yakınının gerçekleşmesi benim için çok önemli. Bu konuda biraz fazla özverili davranıyorum, detaylarıyla çok uğraşıyorum, işi şansa bırakmak, ustanın ya da sürecin kaderine bırakmak istemiyorum. Zaten bir süre sonra mesleki deformasyonla projenin sonuna kadar içinde oluyorsunuz😊. “Kabuğunu ben tasarladım gerisini başkası tasarlasın” değil, bir projenin mimari, tesisatçısı, mekanikçisi, duvarcısı oluyor hatta peyzaj projesinde bile bulunuyorsunuz. Bazen kendimi beton dökülürken pompanın başında bulduğum bile olabiliyor😊 Projenin son takılan kapısını, serilen halısını da görmek isterim yani. Çünkü hepsi bir bütünsellik içeriyor. Şimdiye kadar içinde yer aldığım projeler hep böyle oldu. Mümkün olduğunca başından sonuna kadar projenin içinde bulunuyorum, teslim raporlarını bile hazırlarken orada oluyorum, kendi içime sığmayan hiçbir projeyi eksik olarak teslim edemiyorum.
Proje sürecinde en çok keyif aldığınız an veya anlar hangileridir?
E. K. : Sanırım ilk aşama planlaması oluyor, tasarlamak, alanları belirlemek, kullanımlarını, trafiği belirlemek, amaca hizmet edip edemeyeceğine bakmak, müşteriye sunmadan önce ben olsam ister miydim sorusuna EVET ÇOK İYİ yaptık dediğimiz aşama😊
Sonrasında şantiye süreci çünkü çıkan problemleri çözmek matematik problemi gibi geliyor. Hem zorlayıcı oluyor hem de kalıcı bir şekilde öğreniyorsunuz. Yavaş yavaş tasarladığınızın ortaya çıkışını görmek, sanırım bir de şantiye süresince çalışan arkadaşlarla yaşanan ve kaydedilen güzel anılar bana keyif veriyor.
Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar/iç mimar veya adaylarına neler söylemek istersiniz?
E. K. : Öncelikle eğitiminize önem verin, bir adım önde olmak istiyorsanız okuldayken öğretilen teorileri mutlaka pratiğe dökün.
Kendinizi geliştirin ama bu demek değil ki sürekli sadece okuyun.
Gezin, inanın gezerek daha çok öğreniyoruz. Sizden farklı düşünen, çözümleyen çok insan var. Hayata farklı pencerelerden bakan insanların tasarımlarını, çözümlerini öğretilerini görün. Bol bol gezin ve gezdiğiniz yerleri anlayarak, gitmeden önce mutlaka çalışarak gezin. Olabildiğince fazla örnek görmeye çalışın.
Mutlaka bir yabancı dil öğrenin, hatta tek yabancı dille sınırlı kalmayın ve kendinizi Türkiyeyle sınırlı tutmayın.
Kendinizi, yeteneklerinizi keşfedin, kendinizi tanıyın, isteklerinizi, yapabileceklerinizi bulmaya çalışın. Ne yaparsanız mutlu olacaksınız düşünün ve kendinize 5’ er yıllık hedefler koyun ve onları nasıl hayata geçirebileceğinize dair planlar yapın.
Sanırım bunlardan sonra ne istediğinize bağlı olarak donanımınızı tamamlayın ama en temel programları ve öğretileri öğrenin.
Yaşamaktan, görmekten ve uykusuzluktan zevk alın😊
Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz.
Çok merak ediyorum iç mimar çalıştırıyorlar mı ?Alışmışlar iç mimarların haklarını yemeye !