Boytorun Mimarlık | “Hitap edilen kesiminin ağırlıklı olarak Y kuşağından oluşması değişimi gerekli kılıyor”

0 8.179

mercedes-benzithizmetlerimerkezi-2

Bize biraz kendinizden ve Boytorun Mimarlık ofisinin kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?

Y.B. : Boytorun Architects, 2000 yılında mimari tasarım, iç mimari tasarım ve uygulama hizmeti vermek üzere İstanbul’da kuruldu. İşverenlerimiz ağırlıklı olarak kurumsal firmalardan oluşuyor. Başta otomotiv sektörü olmak üzere, global markalar için ofis tasarımları, konut projeleri ve toplu konut kompleksleri, otel ve yurt binaları gibi çok geniş bir yelpazede proje ve yapım kontrolörlüğü hizmeti veriyoruz. Projelerimize başlarken projenin ve müşterinin kendine özgü ihtiyaçlarını fonksiyonel ve rasyonel değerler çerçevesinde ele alıyor, güncel malzeme ve teknolojinin gerektirdiği detay çözümleriyle bütçe ve zaman kısıtlarını aynı potada eriterek çağdaş ve özgün tasarımlar oluşturmayı amaçlıyoruz.

Farklı bir meslek düşünceniz oldu mu hiç?

Y.B. : Hayır düşünmedim. Çocukluğumdan bu yana yaratıcı bir iş yapacağımı biliyordum. Basit yöntemleri ve yaratıcı fikirleri bütünleştirmek ister, bunu yaparken de geçirdiğim vaktin her zaman özel olduğunu düşünürdüm. Sadece hayal etmek, kurgulamak değil bunu gerçekleştirebilmek de çok mühimdi. Mimarlığı tercih etmemin arkasında, keşfetme, araştırma ve soyuttan gerçeğe dönen süreci tecrübe edebilme şansını hayatım boyunca devam ettirebilme yaklaşımı yer alıyor.

Ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Y.B. : Ofis felsefemiz dinamizmi esas alınıyor diyebilirim. Mimarlık gündemindeki yeni projeleri, malzemeleri ve oluşumları takip ederek her projede bu yenilikleri kendimize katarak en iyiye ulaşmaya çalışıyoruz. Proje bütününde ekibimizdeki tüm tasarımcılar söz hakkına sahip oluyor. Böylelikle proje genelinde birden fazla kişinin görüşüne yer verildiği için farklı perspektiflerle çeşitliliği yakalayabiliyoruz.

Ekip yapınızdan bahseder misiniz? Ofis içerisinde iş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?

Y. B. : Proje ölçeğine göre görev dağılımları değişiyor aslında. Herkes tasarımda fikrini ortaya koyarken uygulama ve işlevde de eşit şekilde yer alma şansına sahip. Bu durum hem projede farklı bakış açılarını ortaya çıkarıp projeyi güçlendiriyor, hem de tasarımcılarımızı her konuda söz sahibi yaptığı için ekibin canlı olmasına katkı sağlıyor.

Birlikte çalışan ortaklar olarak,  projelere yaklaşımınızı ve tasarım sürecinizi anlatır mısınız?

Y. B. : Mimarlık sürekli yenilenebilen bir olgu olduğu için, her yeni işte sıfırdan araştırarak ve sıfırdan düşünerek ilerlemeyi tercih ediyoruz. Daha önce birçok kez yapmış olsak bile yeniden üstünden geçiyoruz. Böylelikle önceki yaptıklarımızı ve yeniyi görerek en iyisini ve en doğrusunu birbirine adapte edebiliyoruz. Araştırma süreci bittikten sonra ise tasarımı, işlevi ve uygulanabilirliği göz önüne alarak bütünleştiriyoruz. Sonrasında ise projeyi en iyi şekilde ifade eden sunumu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

İyi bir tasarımın en önemli kriterleri nelerdir sizce?  Projeyi şekillendirirken temel aldığınız unsurlar nelerdir?

Y. B. : Çeşitlilik. Farklı bakış açıları, farklı malzemeler, farklı işlevler…  Bu ise araştırmak ve yenilenmek ile mümkün. Aynı zamanda projenin tanımlı ve gerçekçi yani uygulanabilir olması da en önemli unsurlar arasında. Proje, bütün olarak kendini anlatmalı ve bir kimliğe sahip olmalı.

Teoride sayabileceğimiz bu nitelikleri pratikte uygularken ne gibi handikaplarla karşılaşıyorsunuz?

Y. B. : Projeyi uygulamacıya doğru aktarabilmek adına sistem ve nokta detayları üzerinde oldukça detaylı çalışıyoruz. Buna rağmen şantiyede farklı disiplinler arası organizasyonu sağlayabilmek için sadece iyi çözülmüş projeler yeterli olmayabiliyor. Uygulama sırasında karşılaşılan zorluklara anında müdahale edilmezse tasarımı ciddi anlamda olumsuz etkileyen problemlerle karşılaşabilirisiniz. Bu nedenle şantiyede ofis kurmak ve çok yakından takip etmek gerekiyor.

PepsiCo Türkiye Ofisi’ni anlatırken “Çalışanlara kendi ortamını yaratma şansı verdiğinizden” bahsediyorsunuz. Bunu nasıl sağladınız ve geçmişten bugüne çalışma alanlarındaki tasarım anlayışında neler değişti? Bu değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Y.B. : Ofis ortamlarının, çalışma biçimlerinin, çalışan profili ve dolayısıyla  beklentilerinin değişmesiyle birlikte çalışma mekanları da kaçınılmaz bir şekilde dönüşüyor. Özellikle de hitap edilen kesiminin ağırlıklı olarak Y kuşağından oluşması çalışma mekanlarında artık kökten değişiklikleri gerekli kılıyor. Karşınızdaki kitleyi iyi tanımak, iyi anlamak ve analiz etmek zorundasınız. Bu bağlamda PepsiCo Türkiye Ofisi’nde, bizim için PepsiCo’nun genç ve dinamik ruhuyla bütünleşen esnek bir mekan kurgusu en belirleyici tasarım kriteriydi diyebilirim. Hareketli ve esnek bir mekan planlamasıyla hem PepsiCo’nun kurumsal kimliğini en iyi şekilde yansıtmayı, hem de ofis çalışanlarının farklı ölçeklerdeki grup çalışmalarına olanak sağlayarak, çalışanlara kendi ortamlarını yaratma şansı vermeyi amaçladık.

Çalışanların kendi ortamlarını yaratma, dönüştürme şansının olmasıyla birlikte mutlu olacaklarına ve mutlu çalışanların da kesinlikle daha verimli olacağına inanıyorum. Gününün çok büyük bir bölümünü o mekanda geçirecek olan kullanıcılar için esnekliği ve hareketi sağlayan, teşvik eden tasarımlar yapmanız gerekiyor.

Öte yandan açık ofislerin cam kenarında, kapalı ve yarı açık ofislerin ise çekirdek etrafında konumlandırdığımız PepsiCo Türkiye Ofisi’nde herkes için daha fazla gün ışığı ve manzara ilkesini uygulandık. Bu bağlamda ele aldığımız ve yarı saydam bir yüzeyle ofis alanından ayrıştırılan, farklı sayıdaki gruplar için kapasite değişikliği özelliğine sahip toplantı odaları, doğal ışığı mümkün olduğunca genel çalışma alanına aktarabilecek şekilde kurgulandı.

Toplamda 3250 m2 alanda, yeşil ve ahşap kompozisyonunun ön plana çıkarmaya çalışarak başta malzeme ve mobilyalar olmak üzere tüm hacimde kullanılan renk ve form seçimleri firmanın ‘sürdürülebilir ve çevreci’ misyonunu vurgulamak istedik. Böylelikle canlı bitkiler, doğal malzemeler ve yeşil vurgusu ile, sıradan plaza-ofis-çalışan ilişkisini kırarak, çalışanlarda doğal bir ortamda çalışıyor olma hissini uyandırmayı amaçladık.

boytorunarchitects_pepsico-2 boytorunarchitects_pepsico-3 boytorunarchitects_pepsico-6

Ofis iç mekan tasarımlarınızdan Mercedes-Benz IT Hizmetleri Merkezi’nde de yeni bir ofis anlayışı kurguluyorsunuz

Y.B. : Mercedes-Benz için tasarladığımız IT Hizmetleri Merkezi’ni, çalışanların motivasyonunu artıracak, sosyalleşmelerine imkan tanıyacak, dinamik ve enerji veren bir anlayışla tasarladık. Başta kullandığımız malzeme ve mobilyalar olmak üzere tüm hacimde renkleri ve formları farklı kompozisyonlarda bütünleştirerek ön plana çıkartmak istedik. Mercedes-Benz Türk IT Hizmetleri Merkezi’ni canlı bitkiler, doğal malzeme kullanımları ve yeşil vurgusuyla sıradanlığı kıran bir anlayışla ele aldık. Toplamda 5900 m2 alanda kurguladığımız ve her gün yaklaşık olarak 360 çalışanı ağırlayan çalışma alanında, çalışanlara doğal bir ortamda olduklarını hissettirmek amacıyla, markanın dinamik ekibinin çalışma tarzıyla bütünleşen ve canlı renk kullanımlarıyla ferahlatılan bir iç mekan yaratmayı hedefledik. Bu bağlamda açık ofis alanlarında gün ışığının etkin kullanımını artırmak amacıyla binanın mevcut pencere büyüklükleri de yeniden düzenlendi.

Çatı katında, açık ofis ve yönetim birimlerinin merkezinden konumlandırdığımız elips biçimindeki toplantı odası, sadece konumuyla değil aynı zamanda şeffaf kurgusu ve dikkat çekici formuyla da güçlü bir odak noktası tanımlamış oldu. Çalışanların dinlenmeleri, sosyalleşmeleri ve çeşitli organizasyonlar düzenleyebilmeleri için ahşap malzeme kullanımı ve geçişli çakıl zemin kurgusuyla zenginleştirdiğimiz teras alanıyla birlikte nitelikli bir alan yarattık.  Kahve molalarının ve ufak toplantıların daha keyifli geçmesi hedefiyle tasarladığımız yüksek sırtlı mobilyaları, çalışma alanını hem tanımlayan hem de bölen elemanlar olarak kurguladık.

KAF Konak’ın çok etkileyici bir hikayesi olduğunu biliyoruz ancak bir de sizden dinlemek isteriz,  KAF Konak ile sizin hikayeniz nasıl başladı ve devam etti?

Y.B. : Settarlar Konağı, büyük dedemiz Settar Altınay tarafından 1910 yılında Karadenizli ahşap ustalarına yaptırılmış ve büyük dedemiz ve eşinin vefatından sonra 3 çocuklarından biri olan Necmi Altınay’a miras kalmış. Anneannem Rukiye Hanım, bu konağa 1932 yılında gelin olarak gelmiş ve 2000 yılının Ağustos ayına yani vefatına kadar burada yaşamış. 2 dayım ve annem bu konakta dünyaya gelmiş. Uzunca bir süre birlikte yaşayan aile için Settarlar Konağı, dayım Özcan Altınay’ın Ankara’ya, annem Özten Yılancı’nın İstanbul’a, kuzenim Sirel’in babası dayım Özer Altınay’ın da Amasra’ya taşınmasıyla birlikte bayramlarda, ara tatillerde ve yaz tatillerinde bir araya geldikleri, toplandıkları bir yuva olmaya devam etmiş.

Büyük babamı 1998, anneannemi de 2000 yılında kaybetmemizle boş ve sahipsiz kalan Settarlar Konağı, 90 yıl boyunca ailemizi bir araya getiren, hayatımızı anlamlı kılan bir yerken evde hayat bittikten sonra çöküşe geçti diyebilirim.

Bu konak bizim için çocukluğumuzda her ara tatilde, her yaz tatilinde, her bayramda mutlaka gittiğimiz, aile olmanın anlamını ve önemini kavradığımız ve asla İstanbul’a dönmek istemediğimiz bir yerdi. Oraya aittik, orada olmak istiyorduk ve dönmemek için şimdi hayatta olmayan kardeşimle birlikte ne mümkünse yapıyorduk. Bir gün daha kalmak için o devasa bahçenin derinliklerinde saklanırdık. Bazen dut ağacına bazen incir ağacına çıkar, nefesimizi tutar ve yukarıdan bizi aramalarını izlerdik…

Sirel ile birlikte konağın tüm tarihinin ve anılarının kaldığı yerden devam etmesi isteğiyle 2010 yılında konağı bir otele dönüştürmek istedik. Binanın çok özel bir kurgusu ve büyük bir bahçesi var. Bir ev olarak kullanılmasındansa ticari bir değer katmak istedik ve bunu yapmanın en iyi yolunun da burayı bir butik otele çevirmek olduğunu düşündük. İlk günden bu yana başka hiçbir şey konuşmadık. Bina konaklama tesisi olacaktı ve bahçesinde de bir restoran olmalıydı. Bu restoranda, ailecek bayramlarda bir araya toplandığımızda anneannemin günler öncesinden hazırlamaya başladığı yemekler servis edilecekti. Bu bizim için belki de biraz çocukluğumuza dönüş gibiydi; yapının yeniden yaşamaya başlaması, insanların orada mutlu olması, yemeklerin pişmesi, kahkahaların yükselmesi… Bu projedeki ana çıkış noktalarımızın bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kaf Konak’ın hikayesi 2010 yılında kuzenim Sirel ile anılarımızın ve özlemlerimizin peşinden bir yolculuğa çıkma kararımızla başladı. Biz 2010 yılında restorasyon çalışmalarına başladığımızda ev artık yok olmaya yüz tutmuştu. İçerisinde ailemize ait ne varsa evsizler tarafından yağmalanmış ya da ısınmak için yakılmıştı. Çatının da artık su almaya başlamasıyla yapı çürümeye başlamıştı.

Çocukluğumuzdan bu yana aynı zamanda çok iyi iki arkadaş olduğumuz kuzenim Sirel, projeye start vermek için İstanbul’daki mimarlık ofisimizde bizi ziyarete geldiğinde birlikte yola çıkmak için bir an bile tereddüt etmedik. Ailedeki mimar torun olarak işin proje yönetimi gibi teknik kısımlarını benim üstlenmem gerekti. Sevgili dayım, Özer Altınay’ın yapının rölöve çalışmasını yaptırmış olduğu Mimar Selim Karakaş ile bir araya geldik. Rölöve ve restorasyon projeleri için finansman desteğine ihtiyacımız vardı. Bu nedenle TOKİ restorasyon kredilerine başvurduk. Uygulama aşamasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na hibe başvurumuz kabul edildi. Böylece oradan aldığımız ilk ödenek ile çatımızı ve cephemizin bir kısmını yaptırmayı başardık. Bundan sonraki süreçte de binaya nasıl yeniden hayat vereceğimizi planlamaya başladık.

Sirel ile birlikte iki ortak olarak kurduğumuz Boytorun Timur Gayrimenkul Gelis. Tur. Yat. Ltd. şirketi altında restorasyon süreci 5 senede adım adım tamamlandı. İlk önce Kültür ve Turizm Bakanlığı hibesi, daha sonra TOKİ kredisi başvuru ve hakedişlerin yapılması, son olarak inşaat bitiminde tefriş vb. işler için de Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı hibesine başvurduk. Hiç unutmuyorum, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’ndan hibenin çıktığı haberini aldığımda İstanbul’da şantiyedeydim. Nasıl bir stres yaratmışsa artık, finansman sorunu çözülünce ben de çözülüp ağlamaya başladım. Nihayet projenin son aşaması da hayata geçebilecekti!

Rölöve ve restorasyon projelerinin Anıtlar Kurulu tarafından onaylanması ve bunu takiben yapının orijinalinde bulunmayan eklentilerinden arındırılması, strüktürün güçlendirilmesi, bundan sonra gerekli mekanik, elektrik ve teknolojik altyapının kurulması ile bina günümüze hizmet vermeye hazır hale geldi.

Dönüp bakınca bu süreçte bizi en çok zorlayan şeyin finansman olduğunu görüyorum. Onun dışındaki her şey çok ama çok zevkliydi… Aldığımız kredileri, üzerine tekrar aldığımız kredileri, bozdurulan birikimleri ve yaşadığımız bütün finansal sıkıntıları turizm işletme belgemizi elimize aldığımız gün unuttuk!

Bu süreç; restorasyon proje ve onaylarında Mimar Selim Karakaş, iç mimari proje ve uygulama işlerinde Yudum Boytorun ve Boytorun Mimarlık ekibimizden Hande Şanlımeşhur ile İzzet Filizer, Safranbolu Anıtlar Kurulu, TOKİ, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde Ayşegül Hanım, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’ndan danışmanımız Kubilay Çağlı ve proje süreci bittikten sonra sevgili kuzenim Seril’in çaba ve desteğiyle tamamlandı.

Otelimiz bünyesinde bulunan Rukiye Restoran’da yıllar önce bu konakta anneannemin pişirdiği yemek tariflerini uyguluyoruz. Köyleri ziyaret ederek yok olup gitmekte olan geleneksel lezzetleri araştırıyor, öğrendiğimiz tarifleri Rukiye Restoran’da deniyoruz. Hatta araştırmalarımızı yöredeki genç nesillerle paylaşabilmek, geleneksel lezzetlerin unutulmasını önlemek ve kaybolan eski tariflerin yeniden gün ışığına çıkmasını sağlamak için bölge halkının katılımıyla “Yöresel Ürünler ve Yemekler Atölyesi” düzenledik. Aile büyüklerinin yaptığı yöresel yemekleri İstanbul’dan getirdiğimiz bir mutfak ekibiyle birlikte yeniden yorumlayarak pişirdik ve misafirlerimize servis ettik.

Bu sürecin benim hayatımdaki önemi ve izlerine gelince… Kaf Konak projesi hayatım boyunca yaptığım en özel projeydi. Süreç boyunca hamileydim ve bazen her hafta, bazen haftada iki kez Bartın’a gidip geldim. Kızım ve oğlum bu proje sayesinde köklerimizle bağ kurdu. Bu ev, onlar için de çok özel bir hale geldi; çünkü yapımı sırasında işin içinde ya da etrafında hep var oldular… Küçük kızımın, bahçe duvarları yapılırken elinde kalemle çekilmiş fotoğrafları var. Sanırsınız ki şantiye şefi! 3 yaşındaydı ve halılar yerleştirilirken boş halı rulolarını taşımıştı. Düşünsenize bugün 5 yaşındayken verdiği bu emeği hatırlayan ve ‘Evimize halıları ben yerleştirdim’ diyen bir kızım var…

boytorunarchitects_bartinkaf-4 boytorunarchitects_bartinkaf-7 boytorunarchitects_bartinkaf-2 boytorunarchitects_bartinkaf-3

Genç mimarlara ve mimar adaylarına kariyer planlamalarını şekillendirirken neler tavsiye edersiniz?

Y. B. : Üzerinde çalıştıkları projelerin yaşayan gerçek birer imge olduğunu hiç unutmamaları gerektiğini söylemeliyim. Projenin her aşamasında hissederek çalışmaları, onlara mimarlığı sevdirerek içinde bulundukları mesleğin ne kadar önemli bir disiplin olduğunu daha iyi kavramalarını sağlayacaktır. Tüm yenilikleri, teknolojiyi sıkı takip etmeliler. Ve bunu da keyif alarak yapabilirlerse, tasarım onlar için meslek olmaktan çok bir hobi haline dönüşecektir.

Ofisinizin ‘Yeşil Tasarım’a bakışı nasıl?  Uyguladığınız projelerinizde araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyor musunuz?

Y. B. : Bizim için tasarımda sürdürülebilirliği ön planda tutmak en önemli kriterlerden biri.  Enerji verimliliğini optimum seviyede tutmak için diğer disiplinlerle analizleri beraber irdeleyip, çıkan verileri tasarımımız ile bütünleştirmeye çalışıyoruz. Ayrıca doğal ve mümkün olduğunca yerel malzemeler kullanarak verimliliği arttırmayı hedefliyoruz.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.