DBA : “Tasarımlarımız insan ekseninde gelişir zira mimarlık yaşama dair bir olanaklar alanıdır.”

0 3.664


Bize biraz kendinizden ve DBArchitects ofisinin kuruluş hikâyesinden bahseder misiniz?

B. D. : 1989 yılında Yıldız Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldum. Bir süre aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştım. Öğretim üyeliği yaptım. Bir yarışma kazanmıştık ve büromuzdan önce bir işimiz olmuştu. Bu nedenle belki daha ileri yıllarda değerlendireceğimiz -büro kurma- tasarrufumuzu öne aldık. Eşim tam zamanlı ben üniversitedeki mesaimden sonra büroda çalışıyordum. Yıllar içinde aramıza katılan çalışma arkadaşlarımız oldu. Ofis kurarken tabii ki pek çok zorluk yaşadık. İş yapma deneyimi sadece mimarlık becerilerinizle sınırlı bir eylem değil. Ofisin devamlılığı, resmi kurumlarla ilgili vergi vs. yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi, ofis masraflarının karşılanabilmesi, müşteri ve personel ilişkilerindeki maharetiniz, tamamladığınız işlerin olumlu geri dönüşleri gibi maddi, insani ve kitabi pek çok konuya bağlıdır. Ofisimiz kurulalı 22 yıl oldu. İyi günlerimiz kadar sıkıntılı zamanlarımız da oldu. Biz hep uzun soluklu bir yolculuğa çıktığımızın bilincinde olduk. Sabırla, çok emek ve çalışmayla bu güne geldik. İş yoğunluğumdan fırsat bulabildiğimde, üniversitelerden gelen davetler üzerine proje stüdyolarında dersler veriyor, yarışma jürilerine ve konferanslara katılıyorum.

Eğitim hayatınız süresince bir yandan da çalışmışsınız. Bu tempo ve tecrübe ileriki mimari hayatınızı ve kariyerinizi nasıl yönlendirdi / etkiledi sizce?

B. D. : Pek çoğumuz için hayat mücadelesi, şair Gülten Akın’ın ‘ Göğü gördüm imkana tutuldum düşü sevdim’ dizesindeki gibidir. İnsan içine doğduğu dünyanın imkânları ile kuşatılır ilkin. Ardından olası dünyaların keşfi gelir. Ve insan, düşündeki hedefleri büyüterek, içinde yer almak isteyeceği olası dünyaları yaratmaya yönelir. Benim mimarlık maceram da tam bu yol üzerindedir. Ben de ilerleyebilmek için hep ışığa tutundum. Benden önce yola çıkanların nerelere nasıl gittiğine baktım. Aydınlıkta karşıma çıkan kapılardan geçtim. Her biri beni bir yola koydu ve sonunda yönümü buldum. Üçüncü sınıftayken hocamız -şimdi rahmetli- Alpay Aşkun’un önüne çıkıp ‘Hocam ben iyi bir mimar olmak istiyorum’ diyerek onun ofisinde çalışmaya başladım. Öğrencilikte çalışıyor olmak belki biraz yorucu oluyordu ama elde ettiğim deneyimin değeri kuşkusuz ölçülemezdi. Tabii hocam da benim rol modelim oldu.

Mimarlık eğitimi almadan önce veya sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu ?

B. D. : Hayır. Ben teknik okul mezunuyum. Hal böyle olunca zaten iki seçeneğim vardı; ya inşaat mühendisi olacaktım ya da mimar. Sınava girdim ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin mimarlık bölümünü kazandım. Lise yıllarında almış olduğum teknik eğitimin çok faydasını gördüm burada. Çizgilerle ifade sanatı, üç boyutlu düşünme mantığı gibi birçok konuyu daha hızlı kavrıyordum. Amacım iyi bir mimar olmaktı. Çok çalıştım. Hem okulda derslere, hem de okul sonrası bürolarda. Türkiye’deki ve dünyadaki mimarların meslekte yer ediniş öykülerini okudum, çalışmalarını inceledim. Bir yandan akademik kariyerime devam ettim, bir yandan da proje yarışmalarına girdim. Ofisimi kurdum. Mensubu bulunduğum bu mesleği icra etmekten tüm zorluklarına rağmen hoşnutum. Mimarlık benim kendimi ifade edebildiğim, geliştirdiğim bir alan. Aynı zamanda bu mesleğin bana çok şey kattığı düşüncesindeyim. Ben de elimden geldiğince kazandığım bilgi ve deneyimi herkes için doğru ve nitelikli yaşam alanları tasarlamak için kullanıyorum.

Ofisiniz isim ve felsefesi hakkında neler söylemek istersiniz?

D. B. : Ofisimizin ismi DBArchitects, eşim ve benim isimlerimizin baş harflerinin yanı sıra bu ofiste çalışan tüm meslektaşlarımızı da vurgular niteliktedir. Amacımız, DBArchitects’in bir kurum olarak, bugünden yarına, ilkelerinden taviz vermeksizin, her daim yeniliğe ve kendini geliştirmeye açık yapısını koruyarak, gerek yurt içinde gerekse dünyada nitelikli işlere imzasını atmasıdır. Tasarımlarımız insan ekseninde gelişir zira mimarlık yaşama dair bir olanaklar alanıdır. Ekip olarak her zaman taşıdığımız sorumluluğun farkında olmaya gayret ettik. Heidegger, ‘ Bir çevresel gerçekliği bir yere dönüştürmek, onun gizil varlık potansiyelini görünür kılmaktır’ der. Biz de tüm tasarım faaliyetlerimizde çevreye, yaşantıya ve geleceğe katkı koyacak, kendi olacak ürünler vermeye çalıştık. Takdir görmesinden de memnun olduk.

Mesleğin hem akademik hem pratik alanında yer alıyorsunuz. Bu zenginlik ve çeşitlilik size neler katıyor?

B. D. : Mimarlık, düşüncelerinizin yaşam pratiği içinde test edilebildiği özel bir alandır. Siz, kullanıcılar için yaşam alanları tasarlarsınız. Öngörülerinizle şekillenen mekanlar kullanıcının yorumuyla evrilir. Bu deneyim sonraki üretimlerinize yön verir; diyalektik bir süreçtir. Bu nedenle mimarlık pratiğini çok önemsiyorum. Akademik ortam ise tecrübelerimizi öğrencilerimizle paylaşabildiğimiz, onların merak ve enerjileriyle yenilendiğimiz bir yer. Ben bu iki alanın beni tamamladığını düşünüyorum.

Ekibinizde kaç kişi yer almaktadır ? İş bölümünü neye göre ayarlamaktasınız?

B. D. : Ekibimizde yirmi kişi yer almaktadır. Her biri deneyim ve becerileri ölçüsünde katkı koyarlar. Bir projeye başlarken öncelikle o proje için bir proje ekibi oluştururuz. Ekipte bir sorumlu mimar ve ona destek veren çalışma arkadaşları yer alır. Projenin her aşamasında birlikte yol alırız. Proje dosyasını inceledikten sonra tasarımla ilgili fikirler oluşturur ve bunları tartışırız. Sonrasında aşama aşama projeyi geliştiririz. İşin en heyecan verici yanı ise yapının inşa sürecine tanıklık etmektir.

Eşiniz ile birlikte çalışıyorsunuz. Birlikte çalışan ortaklar olarak, projelere ilk andan itibaren yaklaşımınızı ve tasarım sürecinizi anlatır mısınız? Nasıl bir süreç izliyorsunuz? Avantaj ve dezavantajları oluyor mu?

B. D. : Büromuz yeni kurulduğunda her işimizi birlikte kotarıyorduk. Zamanla sayımız artıp, işler ve uğraşlar çoğalınca, iş bölümü yapmak durumunda kaldık. Birimiz proje üretim süreçlerinde, diğeri ise idari ve finansal alanda sorumluluklar üstlendi ağırlıklı olarak. Birlikte çalışmak – birlikte yaşamak- sıkıntılara birlikte göğüs germek, güvendiğiniz biriyle görüş alış verişinde bulunabilmek avantaj oldu bizim için diyebilirim. Tabii, fikir ayrılıklarında en sert muhalefetle karşılaşmak pahasına.

Yen bir projeye başladığınızda nasıl bir süreç izlenmektedir ? 

B. D. : Malum her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, ancak iş mimari proje üretim tekniği olunca, sanırım bazı temel başlıklardan bahsedebiliriz. Mimari, bir yerin, program, arsa verileri ve çevresel unsurlarla irdelenerek bir mekana dönüştürülmesidir. Yapılan ön okuma ve analizlerin ortaya çıkardığı fikirler eskiz ve maketlerle mekansal ve kütlesel olarak etüd edilir. Ardından teknik çizimler, üç boyutlu görsellerle geliştirilir. Başka bir ifadeyle biz tasarıma başlarken önce el çizimleri ve çalışma maketleri yaparız. Araziyi, programı iki ve üç boyutlu olarak irdeleriz. Bilgisayarın sunduğu olanaklarla da fikri geliştiririz. Derken yapı strüktürü, mekan organizasyonu ve malzeme seçimleri ile yapı içten dışa vücut bulur. Bu çalışmada işveren, mühendisler, danışmanlar ve mimari grup bir ekiptir.

Sizce ’’İş alabilmek için çevre olmadan olmaz ‘’ algısı hangi ölçüde geçerlidir ? İlk iş deneyiminizi bizimle paylaşır mısınız?  

B. D. : Mimarlık kendi kendinize yaptığınız bir iş değildir. Dolayısıyla işin size gelmesi gerekir. Önceden yaptığınız nitelikli işler referansınız olur. Ama mesleğe yeni başladıysanız ve belli bir sermaye sınıfıyla ilişkili değilseniz ofisinize iş yaratmak için mimari proje yarışmaları mesleki becerilerinizi geliştirmek ve tanınmak için bir yol olabilir. Büromuzun kuruluşuna vesile olan iş, kazandığımız bir yarışma ile elde ettiğimiz kültür merkezi projesiydi. O sırada ofiste üç kişiydik. Ben, eşim ve eski bir öğrencim. Yarışmayı açan kurum sözleşme imzası öncesi büromuzu ziyaret etmek istedi. O gün büroda bizden daha kalabalık bir işveren ekibi vardı. Samimiyetimiz, heyecanımız ve yarışma jürisinin desteğiyle işi bir kez de masada aldık. Bankadan teminat mektubu alabilmek, kısa zamanda personel ve büro ekipmanı sağlamak, bu işten bileğimizin hakkıyla çıkabilmek için çok çalıştık. Sonuçta projeyi başarıyla tamamladık. Ne yazık ki temel atıldıktan bir süre sonra yapılan yerel seçimlerde yönetim değişti ve yeni yönetim bütçe yetersizliği gerekçesiyle projeyi yapmaktan vazgeçti. Bu belki de üstesinden gelinmesi en zor durumdu bizim için. Yirmili yaşlarımızın sonunda elde edebileceğimiz böylesi bir yapı inşa etme deneyiminden mahrum kalmıştık.

Kamu alanları tasarlamanın bir mimarı bilinir kıldığını söylüyorsunuz. Bu açıdan Beşiktaş Arena projesi sizin için özel projeleriniz arasında olmalı. Bu projenin size neler kattığını ve proje sürecini daha detaylı bir şekilde anlatır mısınız?

B. D. : Kentlerin simgeleri olan yapılar vardır. Sidney denince Opera binası, Paris denince Eyfel kulesi gelir akıllara örneğin. Kamu yapıları kentlerin karakterini belirleyen, herkesin kullanımına açık yapılardır. Bu nedenle bir mimar için, kente değer katan ve insanların sahiplendiği bir yapıyı tasarlamış olmak çok önemlidir. Vodafone Arena kentin 69 yıllık tarihine tanıklık etmiş İnönü Stadyumu’nun yerine yapılmış bir spor yapısıdır. Bu nedenle onun yerini alacak yapıyı tasarlamak, bir ikon yaratmaktan uzak, stadyum yapısı tasarlamaktan öte ayrı bir sorumluluk olmuştur. Tasarımından inşasına çok emek ve zaman isteyen bir çalışmaydı. Briefte UEFA 2016 kriterlerine uyum ve kapasite artımı öncelikli hedefti. Yapının vadi çanağında yeralması, iki yandan yolla çevrili olması, kent siluetine etkisi ve tarihi duvarın korunması proje ve inşaat sırasında gözetilen diğer hassasiyetlerdi. Amacımız hafızalardaki İnönü stadyumunu yad eden, İstanbul’a, Beşiktaş Spor Kulübü ve taraftarına yakışan, ihtiyaçları karşılayan ve mimari anlayışımızı yansıtan bir yapıyı hayata geçirmekti.

Tüm dünya metropollerinde inşaat faaliyetleri sıkıntılıdır. Özellikle Vodafone Arena’nın konumundaki bir yapı için bu güçlük daha da fazlaydı. Bilindiği gibi stadyum son derece işlek yollarla çevrili ve bir vadi çanağında yer almakta.  Hal böyle olunca yıkım, hafriyatın atımı, malzeme sevkiyatı, beton dökümü gibi yoğun trafiği olan işler geceleri yapıldı. Yıkımın statik zorluklarından dolayı ve tarihi duvarın korunması dolayısıyla söküm ve inşa çalışmasının etap etap ve dikkatle yapılması gereği de maalesef süreyi uzattı.

BJK İnönü Stadyumu sadece Beşiktaş taraftarlarının değil, tüm İstanbulluların anılarında yer etmiş çok önemli bir yapıydı. Herkesin bu kadar benimsediği ve geçmişiyle ilişkilendirdiği bir yapının yıkılması gerçekten çok sarsıcıydı. Bu nedenle onun yerini alacak yapıyı tasarlamak, başka yerde başka bir yapıyı tasarlamaktan çok daha ağır bir sorumluluktu. Yapının inşaası herkesin gözü önünde gerçekleşti. O süreç de onların tarihinin bir parçası oldu. Çok şükür ki bu yapıyı da bağırlarına bastılar. Bir mimar olarak benim için bundan büyük mutluluk olamaz. Meslektaşlarımın ve yöneticilerin övgüsü ve beğenileri de çok önemli tabii ki. Vodafone Arena pek çok insanın emeği ve desteği ile hayata geçti. Umarım uzun yıllar İstanbul siluetinin ve insanların biriktirecekleri güzel anıların bir parçası olur.

Mimarlık mesleği ülkemizde gerekli ilgiliyi görebiliyor mu ? Bu mesleği tercih eden meslektaşlarınıza ne söylemek istersiniz?

B. D. : Üniversite başvurularına bakılırsa, evet bu meslek günümüzde hala popüler diyebiliriz. Tabii mesleğin farklı çalışma alanları da var. Tasarımcı (proje üretimi) olunabildiği gibi, uygulayıcı, proje yönetim sorumlusu, malzeme üreticisi vs. olarak da çalışılabilir. Öncelikle Türk mimarlarının dünyadaki meslektaşlarından bir eksiği olduğunu hiç düşünmüyorum. Ancak meslek icrasının niteliği sadece kişinin yetenekleri ile ilgili değildir. Ülkemizde var olan iş yapma kültürü, verilen eğitim, ekonomik şartlar, yasalar ve daha pek çok şeyle ilişkilidir. Bu alanda kat edeceğimiz epey yol olduğunu düşünüyorum. Yine de iş sürekliliği olduğu müddetçe ve küresel ölçekte iş yapma deneyimlerimiz arttıkça inşai faaliyetlerin tüm özneleri olarak (mimar, mühendis, işveren, siyasi erk) daha iyi koşullarda ve nitelikli işlere imza atacağımıza dair ümit taşıyorum. Sevdiğim bir meslektaşım ‘Mimarlık acı çekmeye gönüllü olmaktır’ der. Bu sözden anladığım, ‘’Bu meslek öyle sevilmelidir ki, uykusuz geceler, memnuniyetsiz işverenler, hayal ettiğiniz gibi vücut bulamayan yapılara rağmen umudunuz olsun’’. Mimarlık mesleği emeği ağır, eğitimi uzun (okulla sınırlı bir eğitimden söz etmediğim anlaşılıyordur sanırım), çok sabır gerektiren bir uğraştır. Ama elinizdeki güç birçok şeyi değiştirip, dönüştürebilmenize olanak verir. Bu ise sahip olduğunuz büyük güç ve yüklendiğiniz büyük sorumluluk demektir.

Bizimle paylaşmak  üzere, seçmenizi istesek en farklı projeniz veya projeleriniz nelerdir ?

D. B. : Mimarlar ve projeleri arasında enteresan bir ilişki olur. Onları sadece iş olarak görüp nesnelleştiremez, belli bir süre onunla yatar, onunla kalkarsınız. Her deneyim özeldir. Geçen zaman, bir projeyi yapıya dönüştürürken sizi de geliştirir, olgunlaştırır. Hal böyle olunca içinden bir ya da birkaçını seçmek diğerlerine haksızlık gibi gelir. Yine de ifade etmeliyim ki, Dalaman Havalimanı işlevi, ekolojik bir kabuk içinde kurgulanan yapı konsepti ile iyi bir uygulama deneyimiydi diye düşünüyorum. Havalimanlarının çok temel bir işleyiş mantığı var. Sirkülasyonu iyi organize etmeniz gerekiyor: Gelen ve giden yolcuyu, bagajı birbirine karıştırmadan en kısa yoldan ve güvenli bir şekilde varacağı noktaya ulaştırmak, yolcuların mekanları bir bütünlük içinde kavramasını sağlayacak bir mekan kurgusu oluşturmak. Bunun yanı sıra yapının mimarisi ile de bir kimlik oluşturması gerekiyor. Zira havalimanları, dünyanın dört bir yanından gelen insanların o ülke ile ilgili ilk izlenimlerini belirleyen prestij kapılarıdır. Dalaman Havalimanı, inşa edildiği yerin iklimsel özelliklerine ve tarihi referanslarına modern ve rasyonel bir dille karşılık veren mimarisiyle işlev ve konsepti bütünleştirmiştir. 212 Power Outlet (AVM) ise farklı ve dinamik kütlesel biçimlenişi ve zengin iç mekanları ile güzel bir alış veriş merkezi yorumudur bence ve İstanbloom ilk yüksek yapı deneyimimiz olması nedeniyle önemlidir.

İstanbul’daki yeni yapıların sadece siluet olarak kente bir şey sunduğunu, kent yaşamına bir şey katmadığını söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Bir yapı hangi niteliklere sahip olursa kent yaşamının içinde var olmaya başlayabilir?

B. D. : Yapılar, kentin siluetine etki ederler. Bu bağlamda mimari ürün, görsel bir objedir;  ama heykel değildir. Onun içine girer, onda yaşarsınız. Kaldı ki bu görselliği anlamlı ve estetik kılan pek çok farklı faktör de vardır. Örneğin bir yapıyı bulunduğu çevrenin bağlamı dışında bir yerde konumlandırdığınızda o artık başka bir şey olur. Çünkü onun görselliği, ona bakan göz için de, o yapının içinden dışarıya bakan göz için de başkadır. Yapının kütlesel ve mekansal biçimlenişi kentin tarihiyle, topoğrafya ve yapı programıyla olduğu kadar, orada yaşayacak insanların yaşam kültürleri ile de ilişkili olmalıdır. Yapının kentin mevcut yapısıyla entegrasyonu da önemli başka bir husustur.Bir yapının performansı sadece kütlesel, yani biçimsel değil, aynı zamanda zemin ilişkileriyle, yaya hareketine verdiği karşılıkla, ulaşılabilirliğiyle de ölçülmelidir. Bir mimari ürün ne ölçüde bunları sentezleyebilmişse kanımca o kadar başarılı olur, kent yaşamına katkı koyar.

Teoride sayabileceğimiz bu nitelikleri, pratikte uygularken ne tür handikaplarla karşılaşıyorsunuz?

B. D. : Bence en büyük handikap, kentlerin daha iyi kentler olmasının iyi – güzel yapılar inşa edilmesine bağlı olduğunu düşünmektir. İnşa faaliyetlerini sadece bina ölçeğinde ve parsel bazında düşündükçe, bu faaliyetler kentsel ölçekte bir planlamadan yoksun ilerledikçe, çok daha büyük sıkıntılar ve kayıplar olacaktır. Yoksa biz mimarlar, işverenimizi o harika konsepte ikna edemediğimize ya da tasarladığımız binanın uygulama safhasında maliyetler gerekçe gösterilerek yitirdiklerine üzülüp duralım ama asıl problem master plandan yoksun bir kentte yapılan inşa faaliyetleriyle geleceği tüketmektir.

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.