Kontra: “Mekandaki dengeyi kurgulamak için zıtlıkların birbirini tamamlaması gerekir.”

Bu haftaki “Ofis Havası” söyleşi serimizde Kontra Architecture ofisinin kurucusu Gülşah Cantaş ile uzun soluklu keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

0 7.025

Bize biraz kendinizden, eğitim hayatınızdan ve Kontra Mimarlık ofisinin kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?

G. C. : Bir dönem Londra’ya ekonomi eğitimi almak için gittim ancak daha sonra Türkiye’ye dönerek Bilkent Üniversitesi’nde İç Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. Yüksek lisansımı ise New York School of Design’da tamamladım. Sektörde geçirdiğim ilk 5-6 senede kazandığım deneyim doğrultusunda çevreden de bu yönde gelen taleplerin çoğalmasıyla kendi ofisimi açmaya karar verdim. 2009 yılında kurduğum ve on yılı aşkın bir süredir edindiğim tecrübe ile yönettiğim Kontra bünyesinde farklı tipolojilerde birçok projeye farklı bir bakış açısı ve tasarım anlayışı getirerek yeni bir boyut kazandırmaya çalışıyorum diyebilirim.

Tabii ki Kontra’nın kuruluş sürecinde deneyimlediğim birçok zorluk oldu. Kuruluş aşamasında bir dönem beraber çalıştığım iki ortağım bulunuyordu, birbirimize destek olup birbirimizin eksiklerini tamamlayarak zorlukların üstesinden beraberce geldik. Öyle ki, özellikle ilk zamanlarda uyku saatlerimiz dışında tüm vaktimizi ofiste geçiriyorduk. Bu da tecrübemizi ikiye katlamamızı sağladı, zaten daha sonra yollarımız ayrıldı.

Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdir? Meslek seçimlerinizden önce ya da sonrasında farklı bir meslek düşünceniz oldu mu?

G. C. : Tasarım yapmak her zaman ilgimi çeken bir konu olmuştur. Ekonomi eğitimini bırakıp Türkiye’ye dönerken de amaçladığım şey kariyerimi bu yönde şekillendirmekti. İyi ki iç mimarlık mesleğini seçmişim diyebiliyorum. Mimar olmasaydım da mutlaka içerisinde tasarım olan bir alanda ilerlerdim.

Ofisinizin ismi ve ofis felsefeniz hakkında neler söylemek istersiniz? Tasarım sizin için ne ifade ediyor? Sizce iyi nitelikli bir tasarımın en önemli kriter veya kriterler nelerdir?

G. C. : Kontra’nın kendine has bir tasarım dili var. Kontra, mekândaki dengeyi kurgulamak için zıtlıkların birbirini tamamlaması gerektiğini savunan tasarım manifestomuz ve muhalif tarafımız. Tasarım dünyasında karşımıza çıkan birbirinin aynı iç mekan düzenlemelerine ve fabrikasyon işlere duyduğumuz tepkiyi dile getiriyor. Tasarım felsefemizi mekandaki denge üzerine kuruyoruz ve zıtlıkların birbirini tamamlaması gerektiğine inanıyoruz.

İyi nitelikli bir tasarımı oluşturan en önemli unsurun zıtlıkların bir araya gelerek oluşturduğu uyum ve bütünlük  olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de projelerimizde sıklıkla sıcak malzemeler ile soğuk malzemeleri beraber kullanarak veya sıcak renkler ile soğuk renkleri kombinleyerek dengeyi oluşturmaya çalışıyoruz.

 Teoride sayabileceğimiz bu nitelikleri pratikte uygularken ne gibi handikaplarla karşılaşıyorsunuz?

G. C. :Kontra, aynı zamanda projelerinin uygulamasını da yapıyor. Uygulama bambaşka bir pratik ve disiplin. Malzemelerin tonlarını, dokularını ve özellikle de bitişlerini doğru ayarlamak gerekiyor. Çok fazla parametresi var ama doğru denklemi oluşturduğunuzda mükemmel uyumu yakalamış oluyorsunuz. Kısacası her işte olduğu gibi doğru bir matematik gerektiriyor.

 

 Ekip yapınızdan bahseder misiniz biraz. Kaç kişi yer alıyor bu ekipte? İş bölümünü neye göre ayarlıyorsunuz?

G. C. : Biz 9-10 kişilik bir ekibiz. Tasarım grubumuz ve uygulama grubumuz var. Bu yapının başında da proje koordinatörümüz yer alıyor. Tasarım ekibi, projeyi uygulama ekibine aktarıyor. Uygulama ekibi de detaylandırmayı yaparak projeyi hızlı bir şekilde sahaya aktarıyor. Ancak bu iş bölümünün ötesinde ofiste herkesin tüm projelere katkısı olsun istiyoruz, projeye dair farklı fikirler geliştirmelerini ve değerli katkılarını bekliyoruz.

Tasarımlarınızda kullanmaktan en çok keyif aldığınız malzeme hangisidir?

Malzemeleri iyi kullandığınızda hepsi birbirinden keyifli sonuçlar veriyor. Ancak ahşap, mermer ve çeşitli metallerin bizim için daha ön planda olduğunu söyleyebilirim.

Kariyerini şekillendirme aşamasında olan genç mimar ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?

G. C. :Bu mesleğin, tutku ve özveri ile bıkmadan, yılmadan, sıkılmadan, bol araştırıp sık sık seyahat ederek yapılması gerekiyor. Genç mimarlara çok seyahat etmelerini ve bu süreçte bakış açılarını genişletip, araştırmacı ve yenilikçi bir vizyon geliştirmelerini tavsiye edebilirim.

Uluslararası platformda da projelere imza atan bir ofis olarak Türkiye ile yurtdışı arasında tasarım ve tasarıma yaklaşım açısından ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gözlemliyorsunuz?

 G. C. : Çok çeşitli, çok yönlü ve zengin bir kültüre sahibiz. Türkler de iyi tasarlanmış, iyi hissedebilecekleri mekanları seviyorlar ve İstanbul’da son zamanlarda inanılmaz bir devinim var. İç mimarlık da ülkemizde gitgide daha çok talep gören bir disiplin. Ancak yurtdışına göre makine parkurlarımızın daha zayıf olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla insan gücüne bağımlı bir durum içerisinde olduğumuzu gözlemleyebiliyoruz.

Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğunuz projeler arasında sizi en çok heyecanlandıran, etkileyip yansıttığını düşündüğünüz proje veya projeleriniz nelerdir? Bu projelerinizin şekillenme sürecini biraz anlatır mısınız?

G. C. : Özellikle son dönemlerde beni en çok heyecanlandıran proje Kolektif House Levent. Kolektif House, Türkiye’de yeni oluşmaya başlayan paylaşımlı ofis konseptinin güçlü örneklerinden biri ve odak noktası da kullanıcısının gününü en verimli ve konforlu bir şekilde geçirmesi üzerine kurulu. Dolayısıyla biz de bu güçlü fikre uygun olarak güçlü bir tasarım ortaya çıkardık. Hem Kolektif House kurucuları hem de ofis kullanıcıları Y kuşağı bireyleri olduğu için tasarım sürecinde de Y kuşağının taleplerini göz önüne aldık ve geleneksel ofis tasarımlarına bir alternatif olarak kişilerin kendilerini hür ve özgür hissedebilecekleri bir konsept oluşturduk.

 Örneğin, toplantı alanlarını, ofis kullanıcılarının birbirinden farklı konseptlerde farklı deneyimler yaşayacakları şekilde düzenleyerek kişinin hem nefes alabileceği, hem sosyalleşeceği, hem de bilgisayarını alıp çalışabileceği ortak kullanım alanları kurgulamış olduk. Bu şekilde tam da arzuladıkları gibi, kullanıcıya hareket edebileceği alanlar sağlayarak, mobil bir çalışma sistemine olanak verdik.

 Ofisinizin ’ Yeşil Tasarım ’ a bakışı nasıl?  Uyguladığınız projelerinizde araştırma ve geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyor musunuz?

 G. C. : Çağımızın en büyük problemlerinden biri, endüstrileşmenin getirmiş olduğu çevresel sorunlardır. Günümüzde yaşanan çevre problemlerinin birçoğunu, endüstriyel atıklar oluşturuyor. Bir üründe kullanılacak hammaddeden, üretim sürecinde meydana gelen atıklara, kullanılan ambalajlardan, ömrü sona eren ürünlerin geri kazanımına kadar ürünün tüm yaşam döneminin dikkate alındığı bütünsel ve proaktif bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir. Bu ise ürün ve süreç tasarımı ile çevresel konuların bütünleştirilmesini sağlayan “Yeşil Tasarım” ile mümkün olabilir

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.